2030’a doğru
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümler Ağı, eylül ayında yapılması planlanan BM Gelecek Zirvesi öncesinde, 2024 yılı Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’nu yayımladı. Rapora göre, 2030’a kadar ulaşılması hedeflenen amaçlar için küresel iş birliğini güçlendirmek ve finansman olanaklarını artırmak gerekiyor.
Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümler Ağı (SDSN) Başkanı Jeffrey Sachs'ın ifadesi ile; "Dünya, ekolojik krizler, artan eşitsizlikler, yıkıcı teknolojiler ve çatışmalar dahil olmak üzere küresel zorluklarla karşı karşıya kalmaya devam edeceği için bir dönüm noktasında".
Dünyanın gündeminde savaşlar, silahlanma ve seçimler söz konusu iken, kalan son altı yılda sürdürülebilir kalkınma gündemi geride kalıyor. Bu, iklim, enerji, gıda, biyolojik çeşitlilik kaybı, salgınlar, jeopolitik gerilimler ve ekonomik çöküşler gibi çoklu krizlere açık hale gelmeye devam edeceğimiz anlamına geliyor.
SDSN Sürdürülebilir Kalkınma Raporu'na (2024) göre; küresel amaçların sadece yüzde 16'sı 2030'a kadar gerçekleştirilme yolunda ilerleme gösteriyor, yüzde 84'lük kısmında ilerleme ya sınırlı ya da tersine gerileme söz konusu. Sürdürülebilir kalkınmanın uzun vadeli bir yatırım sorunu olduğu vurgulanırken, yatırımların finansmanı için küresel düzeyde düzenlenmelerin aciliyetinin altı çiziliyor. Diğer önemli bir başlık ise küresel zorlukların global iş birliği gerektirmesi.
Bilim insanları, 174 yıllık gözlem verilerine göre 2023 yılının en sıcak yıl olduğunu, 1850-1900 arası döneme göre küresel ortalama sıcaklık artışının 1,5 derece sınırına ulaştığını söylüyor. Ülkelerin sera gazı emisyonlarının sadece 2020 yılında, 1750-2020 arası dönemde ulaşılan değerin neredeyse yarısı kadar gerçekleştiği, 1970-2021 yılları arasında meydana gelen 10 binin üzerindeki doğa kaynaklı afette 2 milyonun üzerinde ölümün ve 4,3 trilyon dolar ekonomik kaybın olduğu görülüyor.
21'inci yüzyılın sonunda küresel ısınmanın 3 dereceye ulaşması bekleniyor. Sorunlar küresel ısınmayla sınırlı da kalmıyor. Global Compact Türkiye'ye göre; sadece 2000-2024 arası tarım arazilerinin yüzde 40'nın kaybedildiği, dünya nüfusunun yüzde 10'nun açlık sınırı olan günlük 1,9 doların altında yaşadığı, küresel cinsiyet eşitsizliğini bitirmek için 150 yıl gerektiği, 106 milyon çocuğun zorla çalıştırıldığı, yolsuzluğun maliyetinin küresel GSYH'nin yüzde 5'i gibi bir rakama ulaştığı bir dünyadan bahsediliyor.
Yukarıda sayılan sorunlar artık sadece az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin meselesi değil, sürdürülebilir kalkınma gelişmiş ülkelerin de gündeminde. Sürdürülebilir kalkınma amaçlarında ilerleme sağlayabilmek için sadece hükümetler değil, iş dünyası, sivil toplum, akademi, bireyler dahil tüm aktörler sorumluluk almak zorunda. Tamamının işbirliği olmadan sürdürülebilir bir yaşam inşa etmek, gezegensel sınırlılıklar ile insan medeniyetini devam ettirmek imkansız.
Bu noktada iş dünyasına çok iş düştüğünü söylemek gerekiyor. Artık hiçbir şirketin, kendisini sürdürülebilir kalkınma amaçlarından bağımsız düşünmesi mümkün değil. Küresel amaçlar şirketlerin günlük operasyonlarını doğrudan etkilediği gibi, şirketlerin operasyonları da bu amaçları etkileyebiliyor. Dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen bir sel felaketini ya da sosyal bir meseleden kaynaklı riskleri dikkate almak gerekiyor. Ünlü bir tekstil markasının tedarik zincirindeki firmalardan birinin çocuk işçi çalıştırıyor olmasının ortaya çıkması sonucu markanın boykot edilmesi, yine önemli bir markanın reklamlarında toplumsal cinsiyet eşitsizliği bağlamında ayrımcı bir dil kullanması sonucu firmanın reklamlarını geri çekmek zorunda kalması bu örneklerden sadece ikisi. Benzer bir durum, şirketlerin müşterilerini, sürdürülebilir ürün ve hizmetler sundukları yanılgısına düşürmeleri ve kamuoyunda yeşil boyama yapmakla itham edilmelerinde de yaşanıyor. Bu nedenle şirketler çalışanları, müşterileri ve tüm paydaşları ile olan ilişkilerinde sürdürülebilirlik adına yaptıkları faaliyetleri şeffaf bir biçimde raporlamak zorundalar.
Türkiye'de durum ne?
Sürdürülebilir Kalkınma 2024 Raporu'na göre; Türkiye 167 ülke arasında 70,5 endeks puanı ile 72. sırada yer alıyor. Türkiye'nin 17 amacın gerçekleştirilmesi yönünde hızlı adımlar atması gerektiğine işaret ediliyor.
Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de sürdürülebilirlik ile ilgili düzenlemeler özellikle 2019 yılında Avrupa Birliği (AB)'nin Yeşil Mutabakat aracılığıyla 2050 Stratejisini açıklaması sonucu büyük artış gösterdi. Bu yolla AB, bir yandan ticarette rekabet koşullarını değiştirmeyi, öte yandan da karbon kaçaklarının önüne geçilmesini amaçlıyor. Türkiye'nin ihracatının yüzde 41'inin AB'ye olduğunu düşündüğümüzde, doğrudan AB'ye ihracat yapan şirketlerimiz başta olmak üzere, AB'de şubesi olan veya diğer ülke şirketlerinin tedarik zincirinde yer alan kurumların da rekabette geride kalmamaları için AB standartlarına uyum sağlamaları gerekiyor. Bu bağlamda en önemli uyum mekanizmalarından biri, sürdürülebilirlik raporlamaları.
Sürdürülebilirlik raporlamalarını şeffaf biçimde hazırlayacak olan şirketlerimiz, operasyonlarının sürekliliği, marka itibarlarının korunması, müşterilerinin ve çalışanlarının şirkete olan bağlılıklarının devamlılığı açısından önemli fırsatlar elde etmiş olacaklar. Bu noktada, şirketlerin üst yönetimleri için ilk beş risk arasında sayılan sürdürülebilirlik risklerinin fırsata çevrilmesi gerçeğini de vurgulamak gerekiyor. Günümüz CFO'ları şirketlerinin gelecekte de var olabilemeleri için, sürdürülebilirlik konuları ile ilgili riskleri di kate almak, bu riskleri fırsata çevirmek, hatta ötesine geçip pozitif etki yaratacak şekilde kararlar vermek zorundalar.
Şirketler için fırsat olan bu riskler aslında iş dünyasının çevre ve toplum üzerindeki potansiyel olumlu etkilerin de kaynağı. Yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği alanlarındaki yatırımları, üst yönetimdeki kadın çalışan sayısını arttırmaları, müşterileri ve çalışanları için isimsiz şikayet platformları oluşturmaları, tedarik zincirlerinde çocuk işçi çalıştırılmasına izin vermemeleri, yerel üreticilerin desteklenmesi gibi faaliyetleriyle şirketler, tüm toplum için sürdürülebilir ve kapsayıcı bir yaşamı var edebilecek kapasiteye sahipler. Bu bağlamda, Global Compact Türkiye bize çarpıcı veriler sunuyor. Bu verilere göre; ülkemizde 7 binden fazla şirket Bilim Temelli Hedeflere (SBTI)'e göre karbon hedeflerini açıklıyor. Üst yönetimlerinde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayan, su konusunda taahhütlerini açıklayan şirketlerimizin oranı yeterli olmamakla birlikte yüzde 39.
Türkiye Kalkınma ve Yatırım Bankası'nın (TKYB) yaptığı bir çalışma ise, çevresel-sosyal-yönetimsel (ESG) risklerini dikkate alan şirketlerin amortisman öncesi esas faaliyet karlılıklarının, dikkate almayan diğer şirketlere göre yüzde 5,7 daha fazla olduğunu gösteriyor. Yine TKYB'nin başka bir araştırmasına göre; söz konusu risk ve fırsatları iş stratejilerine yansıtan şirketlerin her 100 birimlik değerlerinin 25 birimlik kısmı, bu risk ve fırsatların iyi değerlendirilmesinden kaynaklanıyor.
Sonuç olarak alınması gereken yol uzun. Yaşanan çoklu krizler, önümüzdeki yıllarda, şirket değerinin tamamının sürdürülebilirlik risk ve fırsatlarının iyi yönetiminden kaynaklandığı şirketlerin sadece ayakta kalacağı düşüncesini akla getiriyor. Aksi halde bugünkü pek çok şirket önümüzdeki yıllarda yok olma tehdidi ile karşı karşıya kalacak gibi. Ülkemiz şirketlerinin ise doğru verilere ulaşma, somut hedef belirleme, raporlama ve tüm bu süreci tedarik zincirlerine yayma konularında zorluklar yaşadıkları görülüyor.