Sürdürülebilirlikte yeni dönem: denetim, şeffaflık ve hukukun gücü
Ocak ayında Resmi Gazete’de yayımlanan Sürdürülebilirlik Denetimi Yönetmeliği, şirketlerin sürdürülebilirlik uygulamalarını belirli standartlara göre raporlamalarını ve denetim süreçlerini şeffaf, hesap verebilir ve bağımsız bir şekilde yürütmelerini zorunlu kılıyor. Bu yalnızca bir başlangıç. Çünkü dünyada olduğu gibi Türkiye’de de daha kapsamlı yasal düzenlemelere ihtiyaç var.
Sürdürülebilirlik, günümüz iş dünyasının merkezine yerleşmiş ve sadece çevresel duyarlılığı değil, aynı zamanda uzun vadeli stratejik düşünceyi temsil eden bir kavram haline gelmiş durumda. Tüketiciler, yatırımcılar ve toplum, artık şirketlerden çevreye duyarlı, etik ve şeffaf bir yaklaşım bekliyor. Elbette bu noktada şunu belirtmek isterim; bu beklentiler, işletmeler üzerinde sadece itibar riskleri değil, aynı zamanda ciddi hukuki sorumluluklar da yaratmakta. Bu nedenle, sürdürülebilirlik iddialarının doğru yönetilmesi, sadece pazarlama değil, aynı zamanda hukuki bir gereklilik olarak da karşımıza çıkıyor. İki önemli kavrama değinmek istiyorum: Greenwashing (yeşil aklama) ve Greenlabeling (yeşil etiketleme).
Greenwashing, şirketlerin çevre dostu görünmek amacıyla yanlış veya yanıltıcı bilgiler sunması anlamına gelirken, Greenlabeling ise ürünlerin çevreye duyarlı olduklarını iddia eden etiketlerle pazarlanması sürecindeki eksiklikler ve yanlış beyanları ifade eder. Bu uygulamalar, tüketici güvenini sarsmakla kalmaz, aynı zamanda rekabet hukukunu ve ticari dürüstlük ilkesini ihlal eder. Hukukun bu alandaki rolü, yalnızca bu tür yanıltıcı uygulamaları cezalandırmakla sınırlı kalmamalı, aynı zamanda şirketlere de yol gösterici olmalıdır. Şirketlerin bu karmaşık süreçte doğru adımları atabilmesi için hukuki rehberlik kritik bir öneme sahip. Hukukçular, şirketlere sürdürülebilirlik eğitimleri vererek çalışanların ve yöneticilerin bu alandaki yasal yükümlülüklerini anlamalarına yardımcı olabilir. Ayrıca, mevcut ve planlanan sürdürülebilirlik uygulamalarının hukuki uygunluğunu değerlendirmek amacıyla hukuki due diligence (hukuki inceleme) süreçlerinin yürütülmesi, sürdürülebilirlik beyanlarının doğruluğunu ve şeffaflığını sağlamada temel bir araç olacaktır kanaatindeyim.
Hukukun Öncelik Alanı
Ülkemizde de, sürdürülebilirlik alanında hukuki altyapısını güçlendirmek üzere adımlar atma yolunda ilerliyor ve ilerlemesi de gerekiyor. Bu çerçevede, Ocak ayında Resmi Gazete'de yayımlanan Sürdürülebilirlik Denetimi Yönetmeliği, şirketlerin sürdürülebilirlik uygulamalarını belirli standartlara göre raporlamalarını ve denetim süreçlerini şeffaf, hesap verebilir ve bağımsız bir şekilde yürütmelerini zorunlu kılıyor. Bu yeni düzenleme, şirketlerin ESG (çevresel, sosyal ve yönetişim) kriterlerine uygun bir şekilde faaliyet göstermelerini teşvik etmeyi ve Türkiye'nin sürdürülebilir kalkınma hedeflerine ulaşmasına katkıda bulunmayı amaçlıyor.
Bu yasal düzenlemenin, sürdürülebilirlik konusunda yalnızca bir başlangıç olduğunu düşünelim. Zira, dünyada olduğu gibi Türkiye'de de daha kapsamlı yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulmakta. Sürdürülebilirlik beyanlarının denetlenmesi, greenwashing gibi yanıltıcı uygulamaların önlenmesi, çevre dostu etiketleme süreçlerinin standartlaştırılması ve tüketici haklarının korunması için hukuki çerçevenin daha da geliştirilmesi gerekiyor.
Sonuç olarak, sürdürülebilirlik, iş dünyasının geleceği kadar hukukun da öncelikli alanlarından biri haline gelmiş durumda, biz hukukçuların da bu konuda çalışmalar, araştırmalar yapması, uluslararası ve ulusal arenada yenilikleri takip etmesi gerekiyor. Hukukçular sadece yaptırım mekanizmalarından değil, aynı zamanda şirketlere ve topluma rehberlik etme rolünü de üstlenmeli. Çünkü, şirketlerin bu süreçte sadece yasal yükümlülüklerini yerine getirmekle kalmayıp, etik değerlere öncelik vererek güvenilir bir sürdürülebilirlik anlayışını benimsemeleri çok kıymetli olacak. Kollektif olarak bu perspektifin, sürdürülebilir bir geleceğe yönelik güçlü adımlardan biri olacağı inancındayım.