Sürdürülebilirlik baskısı!..
Link in Future'un ilk toplantısında Türkiye'nin geleceğini belirleyecek bankacılık, enerji ve inşaat alanındaki gelişmeleri sektörlerin liderleri tartıştı.
Adil Uçar / INBUSINESS
Gelişmelerin hızına yetişemediğimiz bir dönem yaşıyoruz. Bildiğimiz, alıştığımız pek çok davranış, iş yapış biçimi hatta bizzat çalıştığımız 'iş'ler her geçen gün değişiyor. Ekonomi dergiciliğine getirdiği yenilikçi yaklaşımla bir yıl önce yayımlamaya başladığımız INBUSINESS dergisi olarak dünyanın önde gelen danışmanlık şirketi EY işbirliğiyle yuvarlak masa toplantıları serisi başlattık: Link in Future...
Link in Future toplantılarında amacımız değişen dünyada son derece önemli olan 'geleceği kurgulamak' hakkında içgörüler sağlamak. Bu içgörüleri Türkiye'nin önemli iş insanları, önde gelen CEO'lar ve akademisyenlerle bir araya gelerek oluşturacağız.
Link in Future'un ilk toplantısında üç ana konuyu masaya yatırdık: Sürdürülebilirlik ekonomisi, enerji ve bankacılık... EY Türkiye Ülke Başkanı Metin Canoğulları moderatörlüğünde yapılan ilk toplantımıza, Kalyon Holding Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Kalyoncu, OECD Türkiye Daimi Temsilcisi Prof. Dr. Kerem Alkin, SOCAR Türkiye CEO'su Zaur Gahramanov ve Denizbank CEO'su Hakan Ateş yer aldı. Konuklarımızın yeniden şekillenen iş dünyasında uygulanacak stratejileri anlattığı yuvarlak masa konuşmalarını ilgiyle okuyacaksınız...
Metin Canoğulları: Şu anda tüm dünyada konuşulan, tartışılan en önemli konu iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik. Birleşmiş Milletler'in belirlediği Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları çerçevesinde şekillenen Paris İklim Antlaşması ve AB Yeşil Mutabakat uygulamaları bir yandan dünyanın kaderini belirlerken diğer taraftan iş dünyasının çalışma şekillerini değiştirecek. Bugünkü buluşmamızda enerji, inşaat ve bankacılık temelinde geleceğe göz atarken, eksenimiz sürdürülebilirlik olacak. Bu nedenle ilk sorumu Sayın Kerem Alkin'e yöneltiyorum.
-Şu anda OECD Türkiye Daimi Temsilcisi olarak Paris'te tam da bu konularda önemli gelişmelere Türkiye adına katkıda bulunuyor. Sayın Alkin AB Mutabakatı ile birlikte düşündüğünüzde Türkiye'nin Paris Antlaşması'nı onaylamasının kısa ve orta vadede sonuçlarını değerlendirebilir misiniz?
Prof. Dr. Kerem Alkin: Şu anda Paris'te OECD çatısı altında ihracat kredileri ve enerji sektörü ile ilgili bizimle aynı pozisyonda bulunan Japonya, Avustralya gibi ülkelerle birlikte hareket ederek önemli bir yol haritası oluşturmaya çalışıyoruz. Kritik olan konu şu içinde bulunduğumuz dönem itibarıyla AB 2022'yi pek çok ürünün üretim aşamasındaki karbon standartlarını belirleme süreci olarak değerlendirecek olması. Bir grup metal ürün ve bir grup petro-kimya ürününün üretimi ile ilgili belirli karbon standartlarını göreceli olarak oluşturup bunu geçici olarak hazırladılar. Ancak AB karbon salınımı standartlarına uymayan ürünler hakkında henüz kesin bir karar almadı. Bu ürünler ya AB sınırında uygulanacak 'karbon vergisi' ile içeri alınacak ya da hiç alınmayacak.
Bu durum da karbon salımını azaltma maliyetlerinin üreticilere yüklenmesi ve AB'nin ithalat pazar coğrafyasının değişmesine neden olacak. Şu andaki müzakerelerde bu konular da konuşuluyor. ABD dahil ağırlıklı görüşün 'sınırda karbon vergisi' uygulaması olduğunu görüyoruz. Bu nedenle herkes aralık ayında yapılacak AB Liderler Zirvesi'ni takip edecek AB Komisyonu'nun nihai kararını bekliyor. Bu kararın çerçevesinde de 2022'de yapılacak teknik çalışmalarla binlerce ürünün AB Komisyonu tarafından karbon emisyonu standartları belirlenecek. 30-31 Ekim 2022'de İtalya'nın G-20 dönem başkanı olması itibarıyla G-20 lider- leri bir araya gelecek. Burada söz konusu Yeşil Mutabakat ve aynı zamanda küresel anlamda yeşil gelecekle ilgili bazı tarihi kararlar alınacak. AB komisyonu özellikle G-20 liderler zirvesi ve hemen arkasından 31 Ekim'de başlayacak BM 26'ncı İklim Zirvesi'nde ülkeler tarafından mutabık alınacak kararları görecek. Bu kararlar ortaya çıktıktan ve küresel mutabakat görüldükten sonra da AB Komisyonu kendi yol haritasını kasım ayının son haftası veya aralık ayının ilk haftası itibarıyla paylaşmış olacak.
Canoğulları: Eğer herkesin beklentisi gerçekleşir ve sınırda karbon vergisi hayata geçerse Türkiye bu gelişmeden nasıl etkilenir?
Alkin: Türkiye'nin dünya GSYH'daki payı şu anda 1,14. 1980'de küresel ticaretteki payımız 0,13 iken bu rakam 2000'de 0,43'e çıkmıştı. Eylül 2021 itibarıyla Türkiye'nin küresel ticaretteki payı tarihinde ilk defa yüzde 1'i geçti. Peki küresel karbon emisyonunda Türkiye'nin payı ne kadar? Biz burada gerçekten bu konuyu yönetebilir ülkelerden birisiyiz. Bizim payımız yüzde 1. Bu şu anlama geliyor, Türkiye dünya GSYH'da yüzde 1,14'lük payına karşılık küresel karbon emisyonundaki yüzde 1'lik payıyla aslında dünyaya göreceli olarak daha düşük bir karbon emisyonuyla üretim yapan bir ülke.
Bunu Çin ile karşılaştıralım. Çin'in dünya GSYH'daki payı yüzde 16,9 buna karşılık küresel karbon emisyonundaki payı 24,5. Bu Çin'in ne kadar ciddi bir karbon emisyonuyla üretim yapmak durumunda kaldığını aynı durum Hindistan için de geçerli. ABD dünya GSYH'sında yaklaşık olarak yüzde 24'lük bir paya sahip. Buna karşılık emisyon olarak biraz kendini iyileştirmiş durumunda. Küresel karbon emisyonundaki payı yüzde 14. Ama onun da çok ciddi bir payı var. Bu çerçevede Çin, Hindistan gibi ülkelerin yapmaları gereken şeyler var. ABD'nin ve Kanada gibi ülkelerin yüksek karbon emisyonu itibarıyla bizden daha fazla mesafe almaları gerekiyor.
Canoğulları: Bu durumda Türkiye'nin avantajı var diyebilir miyiz?
Alkin: Evet, Türkiye yola daha baştan göreceli olarak avantajlı çıkıyor. Güneş, rüzgar, jeotermal gibi yenilenebilir enerjide önemli adımlar atmaya devam ediyoruz. Ayrıca şirketler karbon salımı ve karbon ayak izi ile ilgili yüksek teknolojiye dayalı, yazılım ve donanımlar ile ilgili yatırımlar yapılıyor, yapılacak. Türk bankacılık sektörü de uluslararası yatırım ve kalkınma bankalarından uzun vadeli ve düşük maliyetli krediler ile reel sektörü yönlendirecek. Bu konuda önemli çalışmalarımız var.
Canoğulları: Türkiye'de şirketler bu değişime hazır mı?
Alkin: 2019'da Türkiye İhracatçılar Meclisi'nde (TİM) Genel Sekreterlik görevini yapıyordum. Bu dönemde başta EY olmak üzere değerli paydaşlarımızla Yeşil Mutabakat ile ilgili gelişmeleri öngörerek çalışmalar başlattık. Ticaret Bakanlığı ile ciddi bir koordinasyon kurduk ve ihracatçılarımızı bilgilendirdik ve gereken tedbirlerin alınması için süreci başlattık. Konu TİM ve Ticaret Bakanlığı tarafından ciddi bir biçimde takip ediliyor. Ancak önümüzdeki bir yıl boyunca çok meşakkatli bir dönem yaşayacağız. 1 Ocak 2023'e kadar Türkiye'yi mutlaka bu konuda hazırlamamız gerekecek.
Canoğulları: Peki biraz ekonomiyi değerlendirecek olursanız. Orta ve kısa vadede küresel ekonominin nasıl bir seyir izleyeceğini düşünüyorsunuz?
Alkin: Ben Keynesyenci bir iktisatçıyım. Yani böyle zorlu dönemlerde reel sektörün yanında olmayı tercih ediyorum. Şu anda 'Bilinçli Kapitalizm' denen kavram OECD çatısı altında IMF'den Dünya Bankası'na her yerde konuşuluyor. Şu anda gıda, istihdam güvenliği ve buna benzer konularla AB Merkez bankası ve ABD Merkez Bankası Fed'in de kurullarında tartışılıyor. Enflasyon tüm ülkeler için önemli bir sorun haline geldi. Almanya ÜFE'si yüzde 14,2 çıktı ki bu çok yüksek bir rakam. Normal şartlarda bu rakam Almanya için sıfırdır. Türkiye'de de normal şartlarda ÜFE yüzde 2,5 ile 4 arasındadır ama yüzde 40'a yükseldi.
Covid-19'un belirsizliklere sebep olduğu dönemde birden bire Fed'in parasal sıkılaştırmaya başlamasını beklemiyorum. Enerji maliyetlerinin artışına bir de finansman maliyet artışı eklenirse reel sektör mahvolur. Dolayısıyla merkez bankaları için faiz artırmak çok kolay değil şu aşamada. Ayrıca enflasyonu durdurmak için faizleri artırırsanız küresel borç sarmalını nasıl yöneteceksiniz? Önümüzdeki dönemde Türkiye'nin çok şanslı olduğu ama birçok ülkenin pek de şanslı olmadığı bir küresel borç sarmalı sorunu bekliyor. Dolayısıyla da merkez bankalarının ister istemez küresel borç sarmalı meselesini de takip etmesi lazım.
Canoğulları: Malum, enerji fiyatlarındaki artışın çok tartışıldığı bir dönemdeyiz. Geleceği inşa ederken enerji sektöründeki gelişmeler tüm dünyada yön belirleyici olacak. Türkiye'nin son yıllardaki en büyük doğrudan yabancı yatırımcısı olan SOCAR'ın CEO'su Zaur Gahramanov'a enerji konusunda şu andaki gelişmeleri sormak istiyorum...
Zaur Gahramanov: Tüm dünyada enerji sektöründe çok büyük bir baskı olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca sadece fiyat artışı değil sürdürülebilirlik konusunda da önemli gelişmeler yaşanıyor. Mesela Paris Antlaşması, karbon emisyon vergisi konularında biz de çalışıyoruz. Şöyle bir durum var, bu konular sadece Türkiye'de bize yıllık 190 ile 250 milyon dolarlık ilave maliyet getiriyor.
Canoğulları: Bu ek maliyet Türkiye için yaptığınız satışlardan mı oluşuyor?
Gahramanov: Hayır, petrol ihracının yüzde 50'sini Avrupa'ya yapıyoruz. Bizim yıllık 2 milyon ton karbon emisyonumuz var. 2020'de sürdürülebilirlik programımıza başladık ve bir yılda 306 bin ton tutarında karbon emisyonu düşürdük. Yakın ve uzak gelecekte enerji sektörü bu konuda baskı altında olacak. Bu da elbette fiyatlara yansıyacak.
Canoğulları: SOCAR olarak sizin planlarınız nedir?
Gahramanov: Birinci ve ikinci kapsamda 2050'ye kadar Karbon Nötr olmak istiyoruz. Ama 3'üncü kapsamda yani bizimle çalışan şirketlerde bu oranı yüzde 50'ye düşürmeyi taahhüt ediyoruz. Bunun tabii maliyet tarafı var. Dönüşümü doğru zamanda yapmak da önemli, son gelişmeleri görüyoruz, Avrupa'da fiyatlar ikiye katlandı. Ancak Avrupa bu süreçten güçlü çıkacak, alternatif enerjiye dönüşüm hızlanacak. Enerji sektöründeki dönüşüm için orta vadede Türkiye'de şirketlere daha az maliyet çıkması gerekiyor. Türkiye için en büyük sorun cari açığın yüzde 70'inin enerjiden kaynaklanması.
Canoğulları: Son dönemde yapılan doğal gaz keşifleri bu alanda faydalı olacak...
Gahramanov: Evet. Sadece denizdeki gaz yatakları değil, nükleer enerji ve alternatif enerji kaynaklarının ağırlığını iyice artırmasıyla birlikte Türk enerji pazarında önemli değişiklikler göreceğiz. Mesela 21 Ocak'ta Türkiye'de yapılan toplam enerji tüketiminin yüzde 51'i yenilenebilir enerjiden geldi. Türkiye bu konuda çok hızlı ilerliyor. Büyük adımlarla gidiyor ve daha da hızlı ilerleyecek.
Canoğulları: Bir de fiber hattı kurma hikayeniz var. Buradaki amaç neydi? Ayrıca dijitalleşme konusunda ne düşünüyorsunuz?
Gahramanov: Türkiye'nin bir ucundan diğer ucuna boru hattı çektik. Bu iş için aynı zamanda fiber de gerekiyordu. Biz de o fırsatı kullanarak fiber kablo döşemeye başladık. Sonuçta bu bir transfer değil mi? Gaz ya da data fark etmiyor. Bu Azerbaycan'ın çok büyük bir yatırımı. Bu projeyle ilgili telekom şirketleriyle de görüşme halindeyiz. Elbette enerji sektöründe bir de dijital dönüşüm tarafı var. Bu çok önemli. Petkim'de de Star ya da diğer şirketlerimizde de dijitalleşmeyi önemsiyoruz ki aldığımız çeşitli ödüller buna da işaret ediyor. Dijital dönüşüm her alanda olmalı ve Türkiye için en yakın gelecekte önemli konulardan biri de bu.
Canoğulları: Kuşkusuz inşaat sektöründeki gelişmeler Türkiye ekonomisine de yön vermeye devam edecek. Üstelik inşaat kökenli grupların yaşadığı değişimde önümüzdeki dönem için önemli ipuçları da bulunuyor. Kalyon Holding de kökeni inşaat olan bir grup. Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Kalyoncu'ya hem bu dönüşümü hem de önümüzdeki dönemde yaşanabilecek riskleri sormak istiyorum...
Mehmet Kalyoncu: Aslında grup olarak değer zincirini tamamladığımızı söyleyebilirim. Sizin de belirttiğiniz gibi inşaat kökenli bir grubuz. Daha sonrasında enerji üretimine doksanlarda HES'lerle birlikte girdik. İşletme yaptığımız tesislerimiz var. Sanayide eskiden vardık. Pencere ve boru üretiyorduk. Şimdi daha yüksek teknoloji sanayii alanındayız.
Gayrimenkul geliştirme portföyümüzü artırıyoruz. Dolayısıyla aslında uçtan uca hayatı şekillendiren bütün alanların bir noktasına dokunuyoruz. Karbon emisyonunun yaklaşık yüzde 40'ı binalardan ve çevreden oluşuyor. İnşaatçılar tek başına bu oranı düşüremez. Kimse tek başına başaramaz... Enerjiciler ve sanayiciler de. Biz her alanda 'marjlar nedir, o alanın dinamikleri nedir' bakış açısıyla, uçtan uca süreçte yer alıyoruz. Son kullanıcıya, dairesinde ampulü yakması noktasına kadar bu süreçte varız.
Bu süreci daha verimli daha sürdürülebilir nasıl oluşturabiliriz çalışmalarını yapıyoruz. Buradaki en yüksek maliyet hangi bileşendeyse ilerleme alanı olacağını görüyorum. Şu an mobilitede solar enerji panellerimizle birlikte kullanacağımız araç sarj istasyonları var. Grup bünyesindeki farklı sektörlerle oluşacak sinerji üzerinde ciddi kafa yoruyoruz. Üniversitemiz de var, oradan da akademik destek alıyoruz. Grup olarak son yıl burada epey bir vakit harcadık. Çünkü pandemi, emtia fiyatlarındaki artış, enflasyon, döviz ve faizlerdeki gelişmeler herkesi bir durum değerlendirmesi yapmaya yöneltti. Eşzamanlı bir şekilde bunu yaparken fırsatlara da odaklanmak bizim için önemliydi geçen yıl.
Canoğulları: Peki inşaat tarafına hem arz hem talep tarafından bakarsanız nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Kalyoncu: Tabii ki inşaat tarafına bakarsak maliyet artışı inanılmaz önemli yönetilmesi gereken bir risk olarak çıkıyor karşımıza. Önümüzdeki yıl da bu risk kalmaya devam edecek. Gayrimenkul sektöründe konut tarafında ise pandemiden dolayı düşen bir satış vardı. Ta ki haziran 2020'ye kadar. Zaten 2018'den beri ertelenmiş talep vardı, çok cazip faizle birlikte talep geriye çekildi biraz. İkisi bir patlama oluşturdu. Mesela şu an ki satışlara baktığımızda aslında daha düşük olmasını beklerdim çünkü haziranda epey bir öne çekildi ama yine de kötü değil durum. Önümüzdeki sene yine 1 milyon 300 bin konut bence satılır Türkiye'de.
Ticari gayrimenkul olarak baktığımızdaysa alışveriş merkezleri pandemide kapalı olduğu için çok kötü bir sene geçirdi. Biz de tam pandemide bir alışveriş merkezi açtık. Zor oldu ama iyileşmeye başladı. AVM'de- ki ciro endeksleri tedricen bir artışa girdi. Perakendecilerin de ben şu an hallerinden memnun olduklarını görüyorum. Bu tabii ticari gayrimenkul sektörü- ne de olumlu yansıyor.
Canoğulları: 1,3 milyon konut satışı gerçekleşti diyoruz. Şu an arz talep dengesi ne durumda?
Kalyoncu: Şu an geçen seneye göre düşük ama yine yıl sonu itibarıyla Türkiye'de bence konutta 1 milyon ile 1 milyon 300 bin rakamlarını göreceğiz. Sürekliliği olan bir talep üzerinden her yıl çok değişmeyecek. Biraz Avrupa konut piyasası gibi olacak.
Canoğulları: Türkiye'de inşaat ve gayrimenkul sektörlerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Kalyoncu: Türkiye için en önemli konu talebin artık daha öngörülebilir olması olacak. Eskiden yatırımcı olarak alınan gayrimenkuller vardı. Sonra bir dönem sadece kullanıcı aldı. Bence yatırımcı-kullanıcı alımları dengelendi. Öngörülebilirlik olduğu için artık diğer sektörlerdeki gibi iş planı ile ilerlenebilecek. En önemli konu işlenebilir konut meselesi. Son bir ayda da kira artışları herkesin gündemi oldu. Türkiye'deki arsa pay- larının inanılmaz yüksekliği konusu var. Yüzde 30 ile 40 arasında olması gereken bir arsa payı 50-60'larda. Türkiye'de bu düşürülebilirse gayrimenkul sektörü için sürdürülebilir bir büyüme ve erişilebilir konut anlamında da güçlü bir arz olacak. Önümüzdeki yıl ben bunun geriye düşeceğini düşünüyorum.
Canoğulları: Emtia fiyatlarındaki artışla birlikte yapı maliyetlerini de aşağı çekmek büyük önem taşıyor, Mehmet Bey aynı zamanda bir mimar olarak şu andaki durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kalyoncu: Maliyetler konusunda tasarım çok önemli. Tasarıma para harcamak, iyi tasarımcı ile çalışabilmek gerekiyor. GYODER'de yol haritamızı 3T olarak belirledik: Tabiat, teknoloji ve tasarım. Bu üç T'den ilki olan tabiat, sürdürülebilirlik ve tüm konuştuğumuz konuları kapsıyor. Tasarımın ise sadece hoş ve estetik olması değil mantıklı da olması gerekiyor. Mesela İstanbul'da tasarımda en önemli kararlardan biri İstanbul Havalimanı'nın kuzeyde yer alması. Çünkü uçaklar emisyonunu denize doğru veriyor. İstanbul'un hava kalitesinde bu nedenle iyileşme var. İstanbul gürültü hava kirliliğinden kurtuldu. Ve teknoloji... Yapılarımızda birçok teknoloji kullanılmaya devam edecek. Pandemide dışa bağımlılıktan dolayı inşaatı ilerleyemeyen projeler oldu. Merdiveni, asansörü, klima santrali gelmedi o yüzden bu noktalarda da yerlileşme göreceğiz. Büyük altyapı projeleri önümüzdeki dönemde dönüştürücü bir rolü oynayacak.
Canoğulları: Grup olarak sizin geliştirdiğiniz projelerde bu tarz örnekler yaşandı mı?
Kalyoncu: Elbette... Örneğin İstanbul Havalimanı'nında uçuş bilgi ekranları 24 saat açık. İlk defa Vestel üretti hepsini. Vestel bize ürettikten sonra Umman Havalimanı'na da sattı. Bir başka örnek de havalandırmada kullanılan soğutma kuleleri. Cenk Endüstri ile -ama çok öncesinde- çalışmaya başladık. Havalimanı projesinde ölçek o kadar büyük ki yeni bir şey yapmaya değiyor. Büyük altyapı işleri de Türkiye'de bu gelişmeyi sağlıyor. Ziraat Bankası'nın genel müdürlük binasını yapıyoruz. Cenk Endüstri'nin soğutma kulelerini orada da kullanıyoruz.
Canoğulları: Peki konut maliyetinde arsa payı yükseldi ve maliyet arttı. Önümüzdeki dönemde bunu düşürebilmenin bir yolu var mı sizce?
Kalyoncu: Çözüm ulaşım ve enerji altyapısı ile bağlı. Türkiye'nin alt yapısı belli bir noktaya geldi. Almanya'da her şehir iki, üç milyon kişiden oluşuyor. Türkiye'de neden İstanbul 20 milyonken diğer şehirler çok küçük? Çünkü bir yere ulaşamıyorsun. Almanya'da hemen her yere yol var. Türkiye'nin yolları daha hala Almanya'nın gerisinde. O kadar yapılmasına rağmen. Kuzey Marmara otoyolu ile 45 dakika sonra Yalova'dasınız, Sakarya'dasınız. Ataşehir'de ofisi olan biri gider Sakarya'da yaşar. O yüzden bu altyapı ile birlikte Türkiye'nin ülke politikası olarak yeni yerleşim alanları oluşturulduğunda, yüzde 50 gibi olan arsa maliyetleri yüzde 20'lere inebilir. Böyle bir plan geliştiriciler için 15-20 yıllık yeni bir iş alanı doğurur.
Canoğulları: Bankacılık sektörü iki alanda gelecek üzerinde önemli söz hakkına sahip. İlki teknolojik dönüşümde uygulamalarıyla oynadıkları liderlik rolü. Diğeri ise tüm dünyada yaşanan ve yaşanacak değişimlerin finansman kaynağı olması. Kuşkusuz bankaların rolü enerjiden inşaata, bireysel tüketiciden perakende şirketlerine kadar çok geniş bir yelpazede giderek artıyor. Denizbank'ın kurucu ekibinde de yer alan ve bankanın CEO'luk görevini sürdüren Sayın Hakan Ateş'ten bu dönemde Türkiye'deki bankacılık sektöründeki değişimi anlatmasını rica edeceğim.
Hakan Ateş: Küresel çapta makro değişikliklerin yaşandığı bir dönemdeyiz. İş yapış biçimi her sektörde değişiyor. Enerji, inşaat... Her şeyde var. Ama bankacılıkta çok daha fazla var. Bill Gates'in bir sözü var: "Bankacılık gerekli ama bankalara lüzum yok." Bu çerçeveden bakarsak başka bir evreye geçtiğimizi söyleyebiliriz. Benim bu gelişmelere karşı bankamı yönlendirdiğim politika ve strateji, son tüketicinin ne istediğini keşfetmeye dayanıyor. Artık tüketicinin isteklerine odaklanmış bir stratejiye sahibiz. Bankaların yanında artık finansal teknoloji şirketleri de bizim dünyamızda yer alıyor. Bankacılık sektörü de 'tamam biz payımızı paylaşalım' diyor artık. Fintekleri hiçbir zaman yadırgamadım, düşman değiller. Onlar benim iş birliği yaptığım alanlar. Fintekler karşısında ne yapacağımızı zaman gösterecek.
Canoğulları: Önümüzdeki dönemde bankacılık da sadece 'bankacılık' yapılarak para kazanma iş modelini değiştirecek gibi görünüyor...
Ateş: Açık bankacılık çok önemli bir kavram. Bizim uyguladığımız strateji şöyle: Yeni teknoloji firması bularak onu Intertech şirketimde konumlandırıyorum. Şu anda 11 ülkeye 50'den fazla ortaklığım oldu. Üretim yapıyoruz. Mesela İstanbulkart'ın yazılımını biz yaptık. Baktık sadece banka lisansı tek başına işe yaramıyor. Onun üzerine biz de Neohub diye şirketimizi kurduk. Orda üç şey yapıyoruz. Genel müdürlüğün birkaç katını finteklere verdik, laboratuvar kurduk. Burada gelişme aşamasındaki finteklere yatırım yaparak önce yüzde 15 hissesini alıyoruz. Önce ürünü banka hizmetlerinde kullanıp kullanamayacağıma bakıyorum. Bu yatırımlarla yeni unicorn veya decacorn çıkartmaya çalışacağız.
İkinci olarak venture capital şirketi kurdum. Mesela ucuza hisse senedi alım satımı yapılabilen Midas isimli bir platforma 1 milyon dolar yatırım yaptık. Kendi banka hizmetlerimizde kullanıyoruz. Midas 50 milyon dolarlık yatırım aldı geçenlerde ve benim 1 milyon dolarım 5 milyon oldu hali hazırda. Üçüncü olarak 'superapp'lerle ilgileniyoruz. Mesela tarım alanında çok iyi bir bankayız. Ziraat Bankası hariç yüzde 45 payımız var. Yakın zamanda çıkartacağımız bir telefon uygulaması geliştirdik. Çiftçi müşterilerimizin her türlü ihtiyacını karşılayacağız. Mesela traktör lastiği alacaksa bizim platformumuzdan ister kredi çekecek isterse peşin alabilecek.
Canoğulları: Hakan bey bize bankacılığın nasıl dönüşüme uğradığını bizzat uyguladığı stratejilerle anlattı. Peki okuyucularımıza, bir bankacı olarak, Türkiye'nin yakın geleceğini değerlendirebilir misiniz?
Ateş: Türkiye'nin üretim gücü de var eğitimli nüfusu da. Ancak dünya genelinde gelir dağılımında zengin ile fakir ülke arasındaki uçurumu giderek açıyor. Ayrıca gelişmekte olan ülkeler için beyin göçü konusu çok büyük bir meydan okuma. Şu anda dünyada 296 trilyon dolarlık bir borç yükü var. Merkez bankalarının parasal sıkılaştırmayla büyüyen bilançolarını daraltacağı konuşuluyor. Ben 2022'nin son çeyreğinden önce faiz artışına gideceklerini tahmin etmiyorum. Hem yüksek faiz hem de artan emtia fiyatlarıyla sanayinin baş etmesi çok güç.
Türkiye'nin burada çok büyük bir avantajı var. Tüm gelişmiş ülkeler özellikle de ABD, Çin'in hesapsızca sanayileşmesinin kendilerine zarar verdiğini gördü. Dünya ticaretinin yüzde 17'si Çin'in elinde ve bu oran yüzde 20- 25'lere gidiyor. Düşürülen karbon emisyon oranlarıyla aslında biraz da Çin'e dur deniyor. Şimdi borçlar çok fazla. Bunun için de EBRD, IFC gibi kuruluşlar verecekleri kredilerde artık yüzde 100 sürdürülebilirlik şartları arıyor. Bizim bu durumdan en çok yararlanan ülke olma şansımız var. Ülkede altyapı yatırımları büyük ölçüde tamamlandı. Üst yapı yatırımlarında da çeşitlenme şansımız var. Yüksek teknoloji hariç neredeyse üretemediğimiz bir ürün yok. Bugün yazılımcılarımız bile yurtdışına iş yapıyor. Dolayısıyla bu durumu iyi değerlendirebiliriz. Dijitalleşmeyi öne çekip ihracatımızı daha da artırabiliriz.
Canoğulları: Hakan beyin bu değerlendirmesiyle birlikte Link in Future toplantılarının ilkini de tamamlamış oluyoruz. Konuklarımızla birlikte Türkiye'nin üç önemli sektöründe güncel gelişmelerle birlikte geleceğe bir bakış atmak istedik. Sayın Kerem Alkin makro ekonomik gelişmeler ve sürdürülebilir finansman konusundaki önemli gelişmeler ve Türkiye'nin yeni dünya düzenindeki fırsatları ile ilgili bizleri bilgilendirdi. Sayın Mehmet Kalyoncu ekonominin en önemli bileşenlerinden biri olan inşaat sektöründe yatırım ve ihtiyaç alımlarının dengelendiğini anlatarak çok önemli bir konuya dikkat çekti. Sayın Zaur Gahramanov enerji şirketlerinde sürdürülebilirlik konusundaki gelişmeleri ve Türk enerji piyasasındaki önemli değişiklikleri vurguladı. Sayın Hakan Ateş ise dijitalleşen dünyada kaptan köşkünde olduğu bankasından örnekler vererek bankacılık sektörünün gelecek stratejisine dair önemli örnekler verdi. Kendilerine gösterdikleri ilgi ve değerli fikirleri için çok teşekkür ediyoruz. Serimizin ikinci Link in Future toplantısında yeni sektörler, liderler ve 'içgörü'lerle birlikte görüşmek dileğiyle...
DİYALOGLAR:
HAKAN ATEŞ:
Karbon emisyonu konusunda biraz geç kaldık. Bugünün gelişmiş ülkeleri hep kömür kullanarak kalkınmış çünkü petrol ve gaz kullanımı yok o dönemde. Charles Dickens'ın yazdığı dönemlerdeki sisten kararmış Londra tasvirlerini okuyoruz. Fransa, Almanya, İngiltere hepsi bu şekilde kalkındı. Biz şimdi karbon bazlı kömürü kullanamayacağız.
ZAUR GAHRAMANOV:
Kömürden vazgeçme aşamasında ülkeler ve şirketler arasında gruplar oluşacak. İlk grupta olanlar, kömür bazlı şirketlerden enerji alan şirketler olacak. Bunlar 2023'te karbon vergisiyle birlikte alımı durduracak. Ama hepsi bir günde olmayacak. Mesela petrokimya rafinerileri 2030'a kadar muaflar.
HAKAN ATEŞ:
Baca yapılması konusunda devlet ciddi bir yaptırım uyguluyor.
GAHRAMANOV:
Zaten Türkiye kömürü ithal ediyordu. O ithal kömürü değiştirmek istiyordu. Kömürden ilave tüketim olmadı Türkiye'de. Zaten denizdeki gaz yatakları, nükleer enerji devreye giriyor. Türkiye'nin enerji pazarı tamamen değişecek. Mehmet Kalyoncu'nun ürettiği güneş enerjisi panelleri de bu değişime ortak olacak.
HAKAN ATEŞ:
Mehmet bey güneş panelleri üretiminde nasıl bir yol izlediniz? Çinliler genelde ucuz kredi faizi veriyor ve satılan malın maliyetini artırıyor. Biz gerçekten solar panel üretiminin teknolojisine sahip miyiz?
MEHMET KALYONCU
Tabii sahibiz. Bu tamamen babamın (Cemal Kalyoncu) ikna ve inadıyla oldu. Koreli bir firma ile ortaktık. Sonra onların maalesef iyi niyetli olmayan bir takım stratejilerinden dolayı ayrıldık. Yüzde 100 kendimiz yaptık. Babam İsviçre Zürih'te bir solar enstitüsü buldu oraya gitti. Onun başındaki yöneticiyi ikna etti. Enstitüyü kapattırıp Ankara'ya getirdi. ODTÜ'de GÜNAM var Güneş Araştırmaları Merkezi 20 yıldır solar hücreler üzerine araştırma yapıyorlar. Ama çok ufak kaynaklar ve büyük hayallerle, adanmışlıkla. Oradan belli bir ekibi şirketimize transfer ettik. Makine tedarikçimiz de Çinli bir firma onun da teknoloji ekibi vardı onlardan da destek aldık. Günün sonunda ODTÜ Günam'ın da büyük destekleri ile kendi özgün teknolojimizi geliştirdik.