2022 YILI YENİLENEBİLİR ENERJİ PERSPEKTİFİ
Ahmet Akyıldız
Ekonomik Araştırmalar Uzmanı Yatırım Finansmanı
Paris İklim Sözleşmesi'nin itici güç olmaya başladığı günümüzde özellikle ülkemizin yenilenebilir enerji alanında yatırımları kendinden söz ettirmeye devam ediyor. Özellikle güneş enerjisi yatırımlarında ciddi şekilde öne çıkan ülkemizi 2022 ve 2023'de neler bekliyor biraz inceleyelim.
Türkiye'nin yenilenebilir enerji kapasitesinin 2026'nın sonuna kadar 26 gigavat artışla yüzde 53 büyümesi bekleniyor. Bu büyümenin yüzde 48-49'unun güneş, yüzde 32'lik kısmının ise rüzgar enerjisinden sağlanacağı öngörülüyor. Uluslararası Enerji Ajansı'nın (IEA) Yenilenebilir Enerji Piyasa Raporu'na göre, Türkiye'de geçen yıl devreye giren yenilenebilir enerji kapasitesi 2019'un iki katına çıktı.
Özellikle önümüzdeki 24 aylık dönemde yeni yatırımların yüzde 60'lık kısmının güneş ve rüzgar enerjisinden sağlanması beklenirken, hidroelektrik yatırımlarındaki büyümenin ise yavaşlayacağı tahmin ediliyor. Rüzgar enerjisinde ise 2024'ün ardından daha agresif bir büyüme dönemine girileceğini düşünüyorum.
Yaklaşık 100 bin megavata ulaşan toplam enerji kapasitemiz içinde yüzde 53'lere karşılık gelen yenilenebilir enerji oranı ciddi manada gurur duymamız gereken bir seviye.
Bu duruma dair Dünya Enerji Ajansından Heymi Bahar'ın açıklamalarına baktığımızda geldiğimiz noktayı daha net görüyoruz. Bahar, Türkiye'nin 2021-2026 döneminde Avrupa'da yenilenebilir enerji kapasitesini en fazla artıran 5'inci ülke olduğunu, dünyada ise 12'inci sıraya yükseldiğini belirtiyor.
Avrupa'da yenilenebilir enerji kapasite artışında Almanya, Fransa, İspanya ve Hollanda'dan sonra Türkiye'nin yer aldığını belirten Bahar, yakın dönemde Türkiye'nin İspanya ve Hollanda'yı da sollayarak sıralamada 3'üncülüğe çıkacağını düşünenlerden.
ÇATI SANTRALİ ARTACAK
30 gigavata varacak yeni kapasite artışının yüzde 50 güneş, yüzde 30 rüzgar, yüzde 15 hidroelektrik kalan bölümü ise biyoyakıtlar ve jeotermal enerji yatırımlarından oluşması bekleniyor. Bu portföyün dünyadaki yenilenebilir enerji yatırımlarındaki dağılıma benzer şekilde gerçekleştiğin altını çizmem lazım. Özellikle 2022-2026 dönemini çatı güneş projelerinin altın çağı olacağını söylesek hiç abartmış olmayız.
Hidrojen enerjisi konusunda çok istekli raporlar yayımlansa da hidrojenin taşınma maliyetlerinin yüksek olması, navlun fiyatlarında yaşanan dengesizlikler ve bozulan lojistik ağları neticesinde 2030'a kadar hidrojen enerjisi alanında gelişen ekonomilerin pekte istekli davranmayacaklarını düşünüyorum. Paris İklim Sözleşmesi'ne taraf olan ülkelerin içten içe 'çok mu aceleci davrandık' diye fısıldadıklarını biliyoruz. Bu sorunun yüksek enerji maliyetleri neticesinde kömüre yeniden yönelmeye başlayan ülkelerin tepesinde Demokles'in kılıcı hafif hafif sallanıyor.
Termik enerji santrallerinin emisyon değerlerini düşürmesi için gereken fiziki yatırım tutarlarının milyar dolarlar seviyelerine geldiğini gördüğümüzde neler olacak hepimiz göreceğiz. Hem dünya eski alışkanlıklarıyla büyüsün hem şiş yanmasın mantığıyla gelişen ekonomileri kıskaca alıp, rekabeti kendisine göre biçimlendiren bir sistemin ayakta kalması olası mı onu da zaman gösterecek.
RESESYON BİTTİĞİNDE NE OLACAK?
Doğalgaz bağımlılığının son derece arttığı şu dönemde gözden kaçan bir diğer nokta, dünyanın son iki senedir resesyon benzeri bir küçülme yaşadığı gerçeği.
Hindistan ve Çin'in yeniden yüzde 8-10 büyüme trendine gireceği dönemde arzın yetersizliği neticesinde fiyatların en az yüzde 20 daha yükselmesi olası. Bu noktada enerji arzı yetersizliği neticesinde enflasyonist ortamın daha da sıkılaşması ciddi bir sorun. Bu açıdan ülkemizin yakalamış olduğu ivmeyi daha da arttırarak ilerlemesi çok kritik bir mesele.
Yapılan sanayi yatırımlarının ihracata yönelmesi için tam vardiyada gidilmesi, bunun alt yapısının kurulması elzem önceliklerimiz arasında. Devam eden organize sanayi yatırımları, Togg'un da devreye girmesiyle başlayacak elektrik ihtiyacının yüzde 20 düzeyinde yükselmesi planlamanın önemini bir kez daha bizlere gösteriyor.
TÜRKİYE HEDEFLERİNE ULAŞABİLİR
Altını kırmızı kalemle çizmemiz gereken bir durumu yinelemek istiyorum, ülkemizin cari açıkla ve enflasyonla mücadelesi sürdürülebilir ihracat kanallarının açık kalması ile mümkün. Organize sanayi bölgelerindeki yeşil dönüşüme uyum süreci Türkiye'nin Avrupa pazarındaki hakimiyetini koruması ve geliştirmesi açısından en önemli mihenk taşı.
Paris İklim Sözleşmesi kapsamında, organize sanayi bölgelerinin yenilenebilir enerji kapasitesi oranı, sanayi elektrik verimliliğinin kapasitesi, atıkların bertarafı gibi konular AB tarafından 12 ön koşul ve 20 kriterle değerlendirilmeye alınacak ve bu değerlendirme sonrasında Yeşil OSB Sertifikası ile sertifikalandırılacak.
Bu sertifikanın alınamaması halinde Kayseri, Çorum yahut Gaziantep'deki bir OSB Hollanda'ya, Almanya'ya ihracat gerçekleştiremeyecek, durum işte bu denli kritik ve önemli bir hale gelmiş durumda. İlgili bakanlıklar düzeyinde Yeşil Mutabakat'ın karbon ayak izi konusuna verdiği önemi tüm KOBİ'lere ve üretim firmalarına detaylı şekilde anlatmamız gerekiyor. Bugünden şirketlere teknik danışmanlık vermek daha akil bir yaklaşım.
İKİNCİ SANTRALİ KONUŞMALIYIZ
Geçen ay Fransa'nın sera gazı emisyonlarını azaltmak ve değişken enerji fiyatlarına karşı kendisini korumak adına 14 adet yeni nükleer reaktör inşa etme kararı çok önemli bir duyuruydu. İnşaatların 2026'da başlayıp 2035'te devreye alınmasının planlandığı gelen bilgiler arasında.
Ülkemizde faaliyete alınacak Akkuyu nükleer santraline günlerce negatif haber programları yapan, kamuoyu oluşturmaya çalışan yerli ve yabancı basın kuruluşlarının bu kritik habere yönelik en ufak bir demeç vermemeleri ise gösterilen ikiyüzlülüğün en büyük göstergesi.
Ne yazık ki özellikle enerji bağımsızlığımız söz konusu olduğunda ortaya çıkan bu taraflı yapılar Fransa'nın, Almanya'nın nükleer santrallerini pekiştirmesine sessiz kalıyor, meselenin rekabeti öldürmek için, çevre ile ilintili olmadığını bakalım ne zaman fark edeceğiz. Nasıl güneş ve rüzgar enerjilerine yönelik yatırımlara ülke olarak sahip çıkıyorsak, her biri bin 200 megavat güce sahip dört üniteden oluşan 4 bin 800 megavat kapasiteli olarak planladığımız nükleer santralimize de o derece sahip çıkmamız gerekiyor.
Dünyanın 32 ülkesinde 443 nükleer güç santrali varken, 28 nükleer santral inşaatı devam ederken, Fransa gibi 14 tane daha nükleer santral planlaması yapan ülkeler varken biz neler ile meşgul oluyoruz gerçekten kabul edilebilecek bir durum değil. Şu an ikinci ve üçüncü nükleer santralin yatırım planlamasını konuşmamız gerekiyor. Enerji bağımsızlığı iç politikaya malzeme edile- meyecek kadar kıymetli bir konu başlığı.
Şu an her bir megavata hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var. Ülkemizin gençlerine bırakacağımız en büyük kazanım enerji ve altyapıya muhtaç olunmayan, rekabetçi bir ülke profili.