“Türkiye’ye sürdürülebilirlik anlayışını enerji sektörü öğretti”

12:59 - 25.12.2023, Pazartesi

Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadelesinde koyduğu net sıfır emisyon hedefine ulaşması için 2053’e kadar atacağı sağlam adımlar var. Bu süreçte kamu-özel sektör iş birlikleri ise kilit rol oynuyor. INBUSINESS ev sahipliğinde, EPİAŞ sponsorluğunda düzenlenen “Yeşil Dönüşümde Sürdürülebilirlik Uygulamaları: YEK-G” konulu yuvarlak masa toplantısının çıktıları hem gelecek için umut hem de kurumlara önemli fikirler veriyor.

İpek Alpkökin Olgunsoy – INBUSINESS

İklim iklim krizi, tüm dünyanın ana gündem maddesi. Bu konuda kalıcı çözümler üretmek ve gelecek kuşaklara temiz bir dünya bırakmak ise hepimizin ortak görevi. Tabii bu yolda en büyük ödev kamu ve özel sektöre düşüyor. 2053 yılına kadar net sıfır emisyon hedefine hızlı adımlarla koşan Türkiye, özellikle enerji politikalarında yaptığı hamlelerle çözüm odaklı bir yol izliyor. Biz de INBUSINESS olarak ilk sayımızdan itibaren sürdürülebilirliği ve yeşil dönüşümü ana gündem maddelerimizden biri kabul ettik. Bu kapsamda Türkiye'nin en kapsamlı S-500 Sürdürülebilirlik Raporunu yayınlayarak ülkemizdeki kurumların hedeflerini ve yaptıkları çalışmaları paylaştık. Geçen sene Sayın Emine Erdoğan'ın katılımıyla düzenlediğimiz Sürdürülebilir Yüzyıl Zirvesi ile konuyu uzmanlarından dinleyerek, sizlere aktardık.

Bu ay da istedik ki konuyu alanındaki profesyonellerle irdeleyelim. Bu hedefle INBUSINESS ev sahipliğinde EPİAŞ sponsorluğunda 'Yeşil Dönüşümde Sürdürülebilirlik Uygulamaları: YEK-G' Yuvarlak Masa Toplantısı'nı Turkuvaz Medya Center'da düzenledik. Enerji sektörünün mevcut ve gelecek hamlelerinin konuşulduğu toplantıya; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Enerji İşleri Genel Müdürü Ahmet Özkaya, EPİAŞ Genel Müdürü Ahmet Türkoğlu, YENADER Genel Sekreteri Prof. Dr. Zehra Yumurtacı, Kalyon Enerji Sürdürülebilirlikten Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Defne Arısoy, Solar Smart Yönetim Kurulu Başkanı Halil Demirdağ ve Biotrend Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Ali Nalçacıoğlu katıldı. Buluşmanın moderatörlüğünü ise PwC Strategy& Türkiye Direktörü Mehmet Özenbaş üstlendi. Sektörün geleceğine ilişkin önemli tahliller içeren toplantımızın çıktılarını keyifle okuyacağınızı düşünüyoruz…

-Mehmet Özenbaş: Bugün ana gündemimiz YEK-G ama bu konunun yanı sıra yenilenebilir enerji ve sürdürülebilirlik gibi konulara da değinmeye çalışacağız. BM'nin yaptığı çalışmalar artık kurumların ana gündem maddesi haline gelmeye başladı. Özellikle Paris Anlaşması ve Yeşil Mutabakat konuları, en büyük ihracatçısı olduğumuz AB ile ticaretimizi etkileyebilecek gelişmeler oldu. Yeşil mutabakat karbonsuzlaşma ile ilgili çok önemli konuları içeriyor. Bu perspektiften baktığımızda Türkiye'de yenilenebilir enerjinin görünümü hakkında biraz bilgi alabilir miyiz?

Ahmet Özkaya: Açıkçası yenilenebilir enerji kavramı 2010'lu yıllardan itibaren Türkiye'de konuşulmaya başlamıştı. Ancak kanunlaşma süreciyle çalışmalar da giderek hız kazandı. Bu konudaki yerli teknolojimiz de hızla gelişti. Nitekim bugün geldiğimiz noktada 2010 – 2023 arasındaki sürecini düşündüğümüzde ülkemizin rüzgar ve güneş enerjisi kapasitesi yaklaşık 23 GW civarında. Güneş enerjisi alanında yüzde 80, rüzgarda ise yüzde 65 oranında yerliliğe ulaşabiliyoruz. Avrupalı üreticiler özellikle rüzgar enerjisi alanında Türkiye'yi önemli bir partner olarak görüyor. Rüzgar alanında güçlü bir pazar olabileceğimizi biliyorlar ve bu konuda bizlere iş birliği teklifinde de bulunuyorlar. Son 20 yılda enerji sektörümüz özellikle de elektrik piyasalarımızın büyüme ortalaması yıllık yüzde 4 seviyelerinde.

Türkiye hızla gelişen bir ülke. Bizim hem enerji anlamında dönüşüm yapmamız gerekiyor hem de yeni kapasite eklememiz gerekiyor. Son 20 yılda kurulu gücümüz 30 bin MW'tan 125 bin MW'a çıktı. Bu gücün yüzde 55'e yakını yenilenebilir enerjiden geliyor. Yenilenebilir kaynaklar bizim için tabii ki çok önemli. Ancak bizim hedeflerimiz büyük. 2053 hedeflerimiz var. Bu hedeflere ulaşmak için kararlı olmamız gerekiyor. İstediğimiz noktaya ulaşmak için ilave edilecek kapasitelerde tercihimiz daha çok yenilenebilir kaynaklar oluyor. Çünkü yenilenebilir enerji alanına yaptığımız her ek yatırım ülkemizin enerji ithalatını da düşürüyor. Geçen yıl 91 milyar dolardı bu rakam. Bu sene de 72 milyar dolar seviyelerinde. Dolasıyla enerji ithalatımızın azalması ülkemizin cari açığının da azalması anlamına geliyor.

-M. Ö. : 2053 hedeflerinizden bahseder misiniz?

Ahmet Özkaya: Biz 2035 ve 2053 hedeflerimiz doğrultusunda yenilenebilir enerjiyi önceliklendiriyoruz, önemsiyoruz. Ama bir noktayı atlamamamız lazım o da enerji arz güvenliği konusu. Çünkü olmayan enerji en pahalı enerjidir. Dolayısıyla hem yenilenebilir kapasitemizi artıracağız hem de sisteme vereceği katkıyı artıracak arayışlarımızı sürdüreceğiz. Bakanlığımızın da bu konuda yaptığı önemli çalışmalar var. Ancak sistemin maliyet/fayda analizini yaptığımızda artık daha maliyetli bir noktaya geçtiğini görüyoruz. Yenilenebilir enerjiyi sisteme bağlamanın piyasa fiyatlarını düşürücü etkisi olacak. Ama öbür taraftan karbon vergileri gibi ek maliyetler de konuşulmaya başlandı. Biz çok zengin bir ülke değiliz. Bu nedenle kendi kaynaklarımızı hoyratça harcamamamız gerekiyor. Güneş ve rüzgar enerjisi yatırımlarımızı yapalım ama bu sistemlerin çalışmasını da düzenlememiz gerekecek. İşte tam da bu nedenle çalışmayan bir santrali bugünden yaptırmanın bir mantığı yok. Üzerinde çalıştığımız tüketim öngörülerimiz var. Ülkemizin uzun vadeli hedeflerine göre bu öngörülerde sapmalar olabilir ancak onları baz alarak bugünden geleceği planlamaya çalışıyoruz.

-M. Ö. : Baz yük santralleri ve nükleer enerji konusunda neler planlanıyor?

Ahmet Özkaya: Enerji iletim sistemimize yönelik faaliyetler yapıyoruz. Karbon hedefleri çerçevesinde gelişen trendleri yakından takip ediyoruz. Bu hedefleri yakalayabilmemiz için bizim de artık biraz daha farklı bir bakış açısı geliştirmemiz gerekiyor. Mühendis ekiplerimizin geri bildirimlerinden anladığım kadarıyla mevcut sistemde döner makine dedikleri baz yük santrallere çok ihtiyaç var. Yüzde yüz güneşten ya da rüzgardan üretim yapacağımız bir durum ne yazık ki henüz yok. Karbon hedefleri çerçevesinde peyderpey kömürü hayatımızdan çıkartacağız ama yerine belki kısa vadeli geçiş döneminde doğal gazı kullanacağız. Lakin en nihayetinde nükleer ile bu hedeflere erişeceğiz. Biz nükleer enerjiyi yenilenebilir enerji politikası ile ilişkilendiriyoruz. Bu konuda çalışmalarımız devam ediyor. 2024 yılında da ilk ünitelerimizden sonuç almaya başlayacağız. Bu geçiş dönemi doğal gazsız olamaz. Bu süreçte mevcut santrallerimizi de ayakta tutacağız ve yeni nükleer santralleri de planlamaya devam edeceğiz. Ama şunu unutmamak gerek. Tüm bu yatırımların hepsi yenilenebilir enerjiden daha çok faydalanabilmek için.

M. Ö. : Yenilenebilir enerjiye geçişte baz yükleri yönetmek oldukça kıymetli bir plan. Bu süreçteki diğer bir önemli kurumumuz ise EPİAŞ. Bize biraz EPİAŞ'ı anlatır mısınız?

Ahmet Türkoğlu: EPİAŞ'ı Türkiye'nin enerji borsası olarak konumlandırıyoruz. Enerji borsasıyız ama bizim temelde üç tane ürünümüz var. Elektrik, doğalgaz ve yeşil sertifika. Şu an Avrupa'daki en önemli üçüncü borsayız. Ayrıca Türkiye'nin en yüksek ciro yapan şirket unvanının da sahibiyiz. Günlük olarak biz yaklaşık 1 milyar ila 2 milyar lira arasında nakit tahsilat yapıp santrallere veya doğal gaz firmalarına ödeme yapıyoruz. Bu işi nasıl yapıyoruz sorusuna dönecek olursak, bu ürünlerin saatlik, haftalık, üç aylık veya yıllık olarak fiyatının oluşması bizim borsamızda gerçekleşiyor. Yani bugün elektrik fiyatı dediğimizde, tüketiciye giden fiyat enerji borsasında belirleniyor. Bu rakam da arz ve talep dengesinden oluşuyor.

Borsamızda gerçekleşen bu işlemler sonucu oluşan fiyat ise -bu hane halkı da olabilir sanayide olabilir- bir baz oluşturuyor. Dolayısıyla bizim yaptığımız işin hem sürdürülebilir hem de çok şeffaf olması gerekli. Enerji alanında Türkiye'deki en büyük veri sağlayıcısıyız. Dünyadaki örneklere baktığımızda da bu anlamda tüm datayı bir arada tutan başka bir borsa da yok. Üstelik enerji sektörünün yanı sıra akademisyenlerin ve öğrencilerin de bu dataları kullanması için tüm verileri bedelsiz paylaşıyoruz. Dolayısıyla biz elektrik, doğal gaz ve yeşil sertifika için arz ve talebin bir araya gelerek fiyat tekliflerini verdiği ve sonuçta sosyal refaha/faydaya göre fiyatın oluşup yayımlanmasını sağlayan bir kurumuz. Bugün yeşil sertifika ana gündemimiz. YEK-G yani Yenilenebilir Enerji Kaynak Garanti Sistemi'nin ve Organize YEK-G Piyasası'nın da işletimini gerçekleştiriyoruz.

YEK-G'yi; EPİAŞ'ın tamamen kendi imkanlarıyla blok zincir teknolojisinden yararlanarak, üretilen elektriğin üreticiden tüketiciye kadar tüm süreçlerinin takip edilebilmesi amacıyla tasarladık. YEK-G ile sisteme dahil olan lisans sahibi üretim tesislerinin şebekeye verdiği her 1 MWh'lik yenilenebilir enerjiye ait özellikler kaydedilerek belgeleniyor. Yenilenebilir enerjinin kimlik kartı statüsündeki YEK-G Belgesi aracılığıyla; son tüketicilerin kullanmış oldukları enerjinin yenilenebilir enerji kaynaklarından üretildiği takip ve ispat edilebiliyor. Böylece, tüketicilere yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektrik enerjisinin tedarik edilmesi de garantilenebiliyor.

YEK-G Sistemi ile üreticiler; elektrik üretim ve tüketiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını artırabiliyorlar. Tedarik şirketleri; yükümlülükleri kapsamında, portföylerinde yenilenebilir enerji olduğunu doğrulayabiliyor. Tüketiciler ise çevre korunmasına katkı sağlarken, satın aldıkları enerjinin kaynağı hakkında bilgi edinebiliyor. Elektrik ürünleri arasında tercih imkanına sahip oluyorlar. YEK-G Sistemi ile yenilenebilir enerji üretimine verilen her destek, sürdürülebilir gelecek için değerli bir katkı olacaktır. Bizim kurum olarak yurt dışı bağımlılığımız yok. Tüm yazılımlarımızı kendimiz geliştiriyoruz. Bu konuda dünya borsalarına da öncülük ediyoruz.

-M. Ö. : Peki YEK-G sertifikasını nasıl alabiliyoruz? YEK – G piyasası hakkında bilgi verir misiniz?

Ahmet Türkoğlu: Organize YEK-G Piyasası, EPİAŞ tarafından organize edilip işletilen ve YEK-G belgesinin piyasa katılımcıları arasında alış-satışının gerçekleştirildiği piyasadır. Piyasadaki temel kuralları şu şekilde özetleyebilirim:

Organize YEK-G piyasasında, eşleşilen fiyat üzerinden eşleşme miktarı kadar YEK-G belgesi teslim alma veya teslim etme yükümlülüğü doğuran kontratlar, sürekli ticaret modeline göre EPİAŞ tarafından işleme açılır. Belgelendirilebilir üretim miktarı kapsamında ihraç edilen YEK-G belgeleri, üretim kaynağının kaynak türü ile işleme açılan kontratlarda işlem görür. Piyasa katılımcıları seans süresince açık olan kontratlara alış ve/veya satış yönlü teklif verebilirler. Piyasa süresince EPİAŞ tarafından maksimum ve minimum fiyat belirlenir ve piyasa katılımcıları tarafından gerçekleştirilen işlemlere ait fatura ödemelerine ilişkin oluşabilecek mali risklere karşı piyasa işlem teminatı alınır. Piyasa katılımcıları, mevcut piyasa işlem teminatı tutarları kadar Organize YEK-G Piyasasında işlem gerçekleştirebilir. Bizde işlem yapabilecek şirketlerin lisanslı olması gerekiyor. Dolayısıyla nihai tüketici bizden bu belgeyi isteyemiyor. Fakat lisanslı katılımcılardan YEK-G belgesi talep edebilirler. Bizden belge isteyen tüm kurumlar içinse belgeleri rüzgar, güneş, biyokütle gibi kaynak bazında ayrı ayrı belgelendiriyoruz. Belgelerin kullanım süresi ise bir yıl.

-M. Ö. : YEK-G'yi ilk çıktığı dönemden bu yana inceleyen birisiyim. Şirketler bu konuda hassas çalışmalar yürütüyor. 2022 Ocak ayında yapılan İklim Şurası ve oluşturulan Eylem Planıyla, Karbon piyasalarında bir düzenleme yapıldı. 2024 başında da bir test olacak diye biliyoruz.

Ahmet Türkoğlu: 2024 sonu olabilir. Aslında şu an Elektrik Piyasası Kanunu'nun bize vermiş olduğu yetkiler mevcut. Bu kapsamda projemizi başlattık ve içeride tasarım ve yazılım çalışmalarımız devam ediyor. Sadece karbon piyasası değil, doğalgaz da var. Yeni piyasalar da eklenebilir. Bu konuda bir ekleme yapmak isterim. Bahsettiğim üzere ülkemizdeki fiyatları biz değil, arz ve talep dengesi belirliyor. Ancak ne yazık ki ülkemizdeki tüketici bilinci hala istediğimiz seviyede değil! Şu an YEK-G'de arz var ancak talep istenilen düzeyde değil. Sadece çok bilinçli şirketler ve tüketiciler talepte bulunuyor. Şu an 1 TL ve altında bir sertifikanın maliyeti. Yani senede 10 – 20 TL gibi ek bir ücret ile yenilenebilir kaynaktan elektrik tüketebiliyorsunuz. Bunun Avrupa'daki karşılığı ise şu an yedi ila sekiz euro civarında. Şu anda yenilebilir elektrik tüketmek ile standart elektrik tüketmek arasında neredeyse bir fark yok. Bu yüzden konuya dikkat çekmek ve insanları çevremize faydalı kaynaklara yönlendirmek gerek. Bu arada biz iki yıldır karbon nötr bir şirketiz. Bu konuda da kurumlara öncülük etmeye çalışıyoruz. İklim değişikliğindeki ana güç yenilenebilir enerji. Bunu unutmamak gerek.

-M. Ö. : Bu konularla alakalı yaptığımız bir araştırmada şu sonuç ile karşılaştık. Evet ülke olarak konuya ilgimiz oldukça yüksek ancak diğer yandan baz yük santrallerimizle alakalı stok yapımızda, özellikle hidroelektrik alanındaki yatırımlarda bazı planlamalara ihtiyaç olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Yenilenebilir enerji denilince rüzgar ve güneş en çok konuştuğumuz konular ama hidroelektrik tarafını sanki bizim için de doğal bir şey haline geldiği için atlıyoruz. Yenilenebilir enerjinin gelişimi hakkında YENADER ne düşünüyor? Nasıl çalışmalar yürütüyor?

Prof. Dr. Zehra Yumurtacı: Konunun önemini herkes fark etmiş durumda. Türkiye'de de bu alandaki potansiyel çok yüksek. Hidro enerji potansiyeli olarak biz aslında Rusya ve Norveç'ten sonra üçüncü sıradayız. Ve son yıllarda bu potansiyeldeki artış fazlalaştı. Kullanım oranı ve kurulu gücümüz arttı. Diğer santrallerle karşılaştırdığımızda hidroelektrik santralleri verimi en yüksek olan santraller. Bugün yüzde 95'lere kadar verim elde edilebiliyor. Var olanı kullanmak açısından bu çok önemli. Santrallerin kurulum ücretleri yüksek olsa da birim elektrik- enerji maliyetleri düşük. Dünya ortalamasına baktığımızda 1 kilowatt saati 4 cent. Çok düşük bir değer. Ürettiğimiz enerji yıllık maliyeti olmayınca çok karlı bir hale dönüşüyor. İşletme ve bakım maliyetleri de aşırı yüksek değil.

Türkiye'ye baktığımızda güçlü akarsulara sahibiz. Santrallerin işletme ve bakım teknolojileri çok ilerlemiş durumda. Bu bizim dışa bağlılığımızı da azaltan bir durum. Dünyadaki karbon miktarı arttıkça buharlaşma artıyor. Su miktarında ve yağışlarda azalma meydana geliyor. Büyük tehlikeler baş gösteriyor. Ancak yenilenebilir enerji santrallerinin sayısının artması ile süreç birbirini dengeliyor. Türkiye'nin baz santrallere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bir güneş santralinin yük üretimi yüzde 20'lerde. Rüzgarda ise yüzde 45'e ulaşan bazı santraller var. Ama hidroelektrik santralde su potansiyeline göre değişse de yüzde 70'lere ulaşmak mümkün. 2021 ülkemiz için milat bir yıldı. Çünkü yenilenebilir enerji gücü fosil yakıtların önüne geçti. Ancak hala baktığımızda fosil yakıtların yüzde 50 oranlarında kullanıldığını görüyoruz. Bir baz kaynaktan aldığımız gücü yenilenebilir enerjiden de elde edebilmek için ne kadar alana ve potansiyele ihtiyacımız olduğunu karşılaştırmak gerek. 90'lı yıllarda rüzgar santralleri Çeşme'ye kurulduğunda kapasite 500 Kwh idi. 2000'lerde güç arttı ama bununla birlikte ülkemizdeki yan sanayi ve teknoloji de gelişti. Şu anda ülkemizde rüzgar türbini üreten fabrikalar var. Bu rüzgar kanatlarının yapıldığı malzeme temininden ulaşımına kadar her nokta gelişiyor. Nükleer enerji konusunda ülkemizin geri kaldığını düşünüyorum. Nükleer 20 ila 30 yıl önce gündemimizde olsaydı enerjide dışa bağımlılık da azalırdı. Üstelik daha ucuza enerjiyi kullanabilirdik.

-M. Ö. : Suyun korunması da bir o kadar önemli bir konu. Bu tarafta da güneş enerjisi üreticilerimiz önemli işler yapıyorlar. Türkiye'de güneş enerjisi üretimi konusunda elini taşın altına koymuş sayılı şirketlerden biri de Smart Solar. Güneş enerjisi, suyun korunması ve YEK–G'nin önemini birleştirdiğimizde siz olaya ne taraftan bakıyorsunuz?

Halil Demirdağ: Türkiye'deki en büyük hidroelektrik üretimi barajlarda haziran, temmuz ve ağustos aylarında gerçekleşiyor. Bu üretimi balanslamanın en iyi yolunun güneş olacağını düşünüyorum. Dikkat çekmek istediğim bir diğer konu da net sıfır. Bizim ne zaman net ofsete geçiş yapacağımız kritik bir önem arz ediyor. Bu gerçeği kabul etmeden sınırın diğer tarafına geçtiğimizde karbon vergisi ile muhatap olacağız. Kurum olarak güneş ve hidroyu devletin istediği zaman diliminde kullanılabilir hale getirerek denge oluşmasına fayda sağlıyoruz. Tabii ki rakamlar arttıkça bunun nasıl sisteme entegre edileceği yönünde çalışmalar yapıyoruz. Türkiye şu anda sanayileşme alanında inanılmaz bir gelişme gösteriyor. Aldığımız eğitimler sayesinde ortaya özel üretimler çıkartıyor, fabrikalar kuruyoruz. İş adamları devletin yönlendirmesi, kanun ve yönetmelikleriyle hareket eder. Biz de devletimizin yönlendirmesi ile hareket ettik. Şu anda güneş enerjisi sektörü dünyada yükseliş ivmesinde.

-M. Ö. : Kalyon Enerji de bu konudaki önemli yatırımcılardan bir tanesi. İş insanları yenilenebilir enerjinin sürdürülebilirliğe olan etkisinin çok farkında. Siz de sürdürülebilirlik üzerine çalışıyorsunuz. Güneş enerjisi alanındaki son yatırımınız konusunda bizlere bilgi verebilir misiniz?

Defne Arısoy: Kalyon Enerji özelinde düşündüğümüzde tamamen rüzgar ve güneş odaklı yenilenebilir enerji yatırımları yapıyoruz. Yakın zaman önce Türkiye'nin ve Avrupa'nın en büyük güneş enerjisi üretim santralini hayata geçirdik. Bu büyük oranda yerli üretimi içinde barındıran bir proje. Dünyadaki sayılı girişimler arasında gösteriliyoruz. Konya Karapınar'daki bu santralimiz tek yatırımcı tarafından kurgulanan sonrasında Ağustos 2022'den itibaren Kalyon Holding, Kalyon Enerji ve International Holding Company'nin ortaklığında devam etmekte olan nadir örneklerden. Odağında sürdürülebilirlik var. Biz bu santralle yaklaşık 2 milyon tona yakın karbon azaltımını gerçekleştireceğiz. Bu noktada çalışmalarımız devam ediyor.

Portföyümüzde farklı çalışmalar da var. Amacımız sadece yenilenebilir enerji yatırımları yapmak değil! Bu yatırımları çevresel ve sosyal unsurlara gereken hassasiyetleri vererek, gerçek faydaları ölçümleyerek uygulamak. Dolayısıyla biz Karapınar'da bir pilot çalışma başlattık. Güneş panellerini oraya kurduktan sonra uzun dönem ekolojik izleme yaptık. Dedik ki burası daha önceden çölleşmeye yüz tutmuş bir alan idi. Ancak gözlemlerimiz üzerine de bu bölgenin tekrar mera alanı olarak açılabileceğini gördük. Çalışmalarımıza başladık. Ayrıca orada yaşayan halk için de bir sosyal katkı sağlamış olduk. Kurum olarak sadece yenilenebilir enerji yatırımcısı olarak sektörde varız demiyoruz. Yaptığımız yatırımlarda sürdürülebilirliği odağımıza almış durumdayız ve bunun için neler yapabiliriz onu araştırıyoruz. 2024 yılı Nisan ayında bu karşılıklı faydayı ne kadar sağladığımızı tekrar ölçümleyeceğiz. Bundan sonraki yıllarda da takip yapıp, verilerimizi kamuoyu ile paylaşmayı hedefliyoruz.

-M. Ö. : Ana konularımızdan biri de doğaya zarar veren maddelerin enerjiye dönüştürülmesi. Biyoenerji alanında daha gidecek çok yolumuz olduğunu düşünüyorum. Ortaya çıkan atıkların değerlendirilmesinin sürdürülebilir emisyon sistemleri üzerinde büyük etkisi var. Sizler bu konudaki çalışmalar konusunda bizleri bilgilendirir misiniz?

Mehmet Ali Nalçacıoğlu: Biz günde 12 bin ton atık yok ediyoruz. Atık yönetiminin desteği Enerji Bakanlığı'ndan geliyor. Dünyaya bakacak olursak kirleten öder diye bir prensip konmuş. Aslında kirletenler bizleriz. Bu mantık üzerinden ilerlemek gerekiyor. Türkiye'de bu sorumluluk sadece Bakanlığa yüklenmiş durumda. Halbuki herkes elini bu taşın altına koymalı. İşlem süreçlerimizde kullanılan motorlar küçük gaz motoru diye tabir ettiğimiz mekanizmalar. Ocak ayından bu yana satılan motor sayısı ise iki. Bunun sebebi bu alandaki girişimlerin önünü görmekte zorlanması. Yatıımcının da üzerinde çok yük var. Bu nedenle acilen biyometan lisanslamalarının başlaması gerektiğini düşünüyorum.

BİZE ULAŞIN