ANTROPOSEN ÇAĞI!..

12:52 - 15.08.2022, Pazartesi

Doğanın kendi denge sestemleri yerine insan eliyle dünyanın şekillendiği devri temsil eden Antroposen Çağı’nda sürdürülebilirlik ne kadar mümkün? Aşırı üretim ile bilinçsiz tüketim zinciri plastik atıkları da beraberinde getirerek, ekolojik ve sosyal felaketlere sebep olurken, sanatın değiştirme gücünden bahsedebilir miyiz?

Melida Tüzünoğlu / INBUSINESS


İstanbul Bienali'nin 16'ncı edisyonunun kavramsal çerçevesi Antroposen Çağı'na odaklandığında, belki de sanat dünyasındaki birçok insan bu olgunun ne anlama geldiğini bilmiyordu. 2019'da gerçekleşen bienal, Pasifik Okyanusu'nda yüzen 7 milyon ton ağırlığındaki plastik atıkların izini sürerken, doğal kaynakların ve ekolojik sistemin insan tarafından şekillendirildiği dönem anlamına gelen Antroposen'i merkeze alıyordu.

Henüz global düzlemde resmiyete bürünmemiş de olsa, 'Antroposen Çağı' olarak anılan yaşadığımız devir, son 40 yılın sürdürülebilirlik alanındaki en önemli tartışma konularından biri. Yalnızca çevre bilimcilerin değil, sosyal bilimlerle uğraşan teorisyenlerin ve kültür yöneticilerinin insanı iyi niyetli bir canlıdan ziyade, zarar veren ve imha eden bir güç olarak konumlandırdığı bu çağın en önemli göstergelerinden biri, yüzölçümü Türkiye'den büyük olan bir plastik adanın okyanusta halihazırda sürükleniyor olması. Bu dehşet verici hadise, küratörün haklı olarak '7'nci Kıta' başlığıyla bienali kurgulamasına ve özellikle bu tahribata yoğunlaşan işlere yer vererek farkındalığı artırmasına da vesile olmuştu.

Bu noktada, çevreye verilen zararı zannımca en iyi özetleyen ifadelerden birini ivedilikle paylaşmak gerek: "Her üç yılda bir neredeyse 1 milyar ton plastik üretiyoruz. Son yıllarda ürettiğimiz plastikleri bir streç film yapsaydık, tüm yeryüzünü kaplayabilirdik." Alanında çalışmalar yapan paleo-biyolog Jan Zalasiewicz'e ait bu sözler, 3.4 milyon kilometrekare genişliğindeki plastik atığın vehametini de gözler önüne seriyor.

Bu sene 17 Eylül-20 Kasım tarihlerinde gerçekleşecek 17'nci İstanbul Bienali de, sanatta sürdürülebilirlik meselesinin altını çiziyor. Her yıl İKSV tarafından düzenlenen bienalin bu yılki küratoryel ekibi Ute Meta Bauer, Amar Kanwar ve David Teh'e göre "Dünyanın dört bir yanındaki sanat oluşumları nasıl hayatta kalacakları, güncelliklerini nasıl koruyacakları ve nasıl, kimin için ve hangi amaçlarla faaliyet gösterecekleri gibi acil ve varoluşsal kaygılarla yüzleşiyor. Buna bienaller de dahil. Ve onların yol göstermesi gerekiyor."

Küratoryel ekip, insanoğlunun mücadele ettiği pandemi krizi ile global ekonomik sistemin açmazlarının sürdürülebilir bir dünyanın mümkün olmadığını gösterdiğini savunurken önemli bir soruyu dile getiriyor:

"Böyle bir dönemde bir güncel sanat bienalinin amacı ne olabilir?" Çağdaş sanat oluşumlarının varlığını, etkisini ve potansiyelini tetkik edecek olan bu yaklaşım, elbette benzer sorunsalları üretimlerinde işleyen sanatçıların eserlerine yer verecek. Küratörler, bienal bağlamında sürdürülebilirlik ve sanat konusundaki çalışmalarını şöyle özetliyor: "Sanat, toplumsal söylemin kelime dağarcığını tazeleyebilir; gezegendeki krizin şiddet ve karmaşıklığının iyice arttığı bu zamanda yeni düşünce yolları açabilir. Sanatın neler sunabileceğini, gerçekten ne yapabileceğini yeniden düşünme fırsatını kaçıramayız."

Sidney'de küratoryel ve bienal çalışmalarıyla tanınan New South Wales Üniversitesi'nde öğretim görevlisi Felicity Fenner, bu yılın mayıs ayında prestijli Routledge Yayı- nevi tarafından yayınlanan, sanatta sürdürülebilirliği ve bienalleri tartıştığı kitabı 'Curating in a Time of Ecological Crisis, Biennales as Agents of Change'de (Ekolojik Kriz Döneminde Kürasyon, Değişimin Aracı olarak Bienaller) kitabında bu meseleyi derinlemesine inceliyor.

INBUSINESS'a konuşan Fenner öncelikli olarak 'sürdürülebilir sanat mı, sanatta sürdürülebilirlik mi?' sorusuna yanıt veriyor: "Bu konu oldukça ikircikli. Sanat endüstrisinde sürdürülebilirlik dezavantaj yaratan bir durum, çünkü işin kapsamını ve izleyicisini kısıtlıyor. Örneğin yağlı boya, çevresel olarak sürdürülebilir bir malzeme değil. Sergilerin temel ihtiyaçları olan nakliye ve iklimlendirme de aynı şekilde. O nedenle, sürdürülebilir sanat ancak pigmentler ve bitkiler gibi topraktan elde edilen doğal malzemelerle üretilmeli. Bu da sanat eserini kısa ömürlü ve geçici kılıyor. Tıpkı insan hayatı gibi."

60 YIL ÖNCE BAŞLADI

Bundan tam 60 yıl önce, özellikle Batı dünyasında, Rachel Carson'ın Silent Spring (Sessiz Bahar, 1962) kitabı ve yükselen bir trend olarak arazi sanatı vesilesiyle tartışılmaya başlanan sanatta sürdürülebilirlik konusu, aslında uzun yıllar bir çeşit uykudaydı. Fenner'e göre, son 15 yıldır önemli müzelerin ve geniş alanlara yayılan sergileriyle dünya çapındaki bienallerin kendi karbon ayak izlerini dikkate almaya ve değerlendirmeye başlamasıyla bu husus giderek önem kazandı. Fenner bu noktada, akla gelen ilk çözüm olarak 'eko-sanat' yaklaşımının imkansız olduğunu düşünüyor.

Zira, malzeme ve hareketi kısıtlayan bu çözüm önerisinin yaratıcılığı, üretim imkanlarını ve erişim olasılıklarını kısıtlıyor. Diğer yandan, yakın zamanda çağdaş sanat sergilerinde bir 'yeniden değerlendirme' süreci yaşandığından bahsediyor Fenner. "Toplumun iklim değişikliği karşıtı çağrıları özellikle bazı kurumların programlarını etkilemeyi başardı. Özellikle 2020 yılında Berlin'de Gropius Bau'deki 'Down to Earth' (Yerde) sergisi, insanların duyarlılığının bir sonucu olarak oldukça radikal, sert ve etkileyici bir atmosferde gerçekleşti. Bu sergide, ışıklar ve klimalar tamamen kapatılmıştı, pencereler sonuna kadar açıktı. Hiçbir şekilde video sanatından bir örneğe yer verilmemişti ve elektrik kullanan herhangi bir sanat eseri dahil edilmemişti. Ayrıca serginin küratörleri ve sanatçıları için havayolu ulaşımına izin verilmemişti."

SANATÇI ETKİSİ

Bir yandan aşırı imkanların ve ucuz üretimin mümkün olduğu diğer yandan aynı sebeplerden ötürü üst üste gelen krizlerin, insanlığı umutsuzluğa sürüklediği dünyamızda, sanatın çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik konusunda önemli bir rol oynayabileceğini düşünenlerden biri Felicity Fenner. "Aslında değişim önce halkın bilinçlenmesiyle mümkün olur. Sanatçılar da işleriyle, insanların iklimsel ve çevresel problemleri algılamasına destek olur. Çok küçük şeylerle de başlayabilir bu süreç. İnsanlığın doğaya ne kadar muhtaç olduğunu bile fark etmek minik ama önemli bir adım."

Özellikle, 2019'da Avustralya'da yaşanan geniş çaplı orman yangınlarından kaçarak Venedik'e giden ve Venedik'te sel sularının son 53 sene içinde en yüksek seviyeye ulaşmasına tanık olan Fenner, sanatın bu türden çevre felaketlerine aniden çözüm üretmesini ümit etmenin mantıklı görünmediğini söylüyor. Ancak yangınlar bittikten ve sular çekildikten sonra, umut yeşerdiğinde, kültür aktörlerinin değişim için hala yapabileceği çok şey olduğunu iddia etmek elbette mümkün. 16'ncı İstanbul Bienali'nin küratörü Nicolas Bourriaud'nun da dediği gibi, "Sanatçılar, bilinçsizce yarattığımız şeyleri bize gösterebilir. Kültürlerini değiştirip yeniden oluşturan, yeni kültürler yaratan kabile temsilcileridir onlar."

BİZE ULAŞIN