Ömer Aras: Krizlerle büyümek…
1994’ten başlayarak, 1998, 1999, 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan ekonomik krizlere tanıklık etmiş QNB Finansbank Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Aras, kriz yönetimini can simidi olarak görüyor. Aras’a göre, krizlerde kazandığımız deneyimler, Türk bankacılık sektörünü ileriye taşıdı. Aras, bugün Türk bankalarının Batılı rakiplerine göre teknolojide önde olmasını da bu derslere bağlıyor.
Ayfer Arslan / INBUSINESS
1980'li yıllardan bugüne yaşanan her krizden dersler çıkararak dünyanın dev bankaları ile boy ölçüşebilecek konuma yükselen Türk bankacılık sektörünün ve sıfırdan kurulan bir bankanın başarı öyküsünü sırtlayan QNB Finansbank Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Aras, tecrübenin ne denli kıymetli olduğunu bize hissettiren yegane isimlerden biri. Öyle ki bu konuda 8. baskısı piyasalarda olan 'Deneyimler' adında bir kitabı bile var. Ama kulağa çalınan ve belki de ders çıkarılacak asıl söz babasına ait.
Aras, babasının "Büyüyünce ne istersen ol ama en iyisini ol" nasihatını hiç unutmamış ve bir tesadüf sonucu akademik kariyerini bırakarak 1984 yılında bankacılık sektörüne adım atmış. Finansbank'ın 1987 yılında 8 milyon dolar sermayeyle kurulduğu ilk günden bugüne kadar geçen süreçte yaşanan sermayedar değişikliklerine rağmen görevini başarıyla sürdürüyor.
O günleri anlatırken, "Sermayesini bir çanta içinde taşıdığım, 30 kişiyle Gümüşsuyu'ndaki bir iş hanının beşinci katında sıfırdan kurduğumuz banka, bugün sektörün saygın kurumlarından biri" sözleri de aslında babasının nasihatini yerine getirdiğinin önemli bir göstergesi. Aras geçmişi hatırlattığımızda tebessümle şu yanıtı veriyor: "İyi bir bankacı olmak kolay değil ama sanki iyi bir bankacı oldum gibime geliyor."
Bugün artık dünyada ne olup bittiğine büyük bir ilgi olduğunu anlatan Aras, "Eskiden böyle değildi. Amerika'da yaşadığım zaman arkadaşlarım Türkiye'nin coğrafya olarak nerede olduğunu bilmiyorlardı. 1975 ve 1984 yılları arasında, bana 'Siz hala develere mi biniyorsunuz?' diye soranlar vardı. Fakat bugün tamamen globalleşen dünyada Harvard Business Scholl'da okutulan case'lerde bankamızın dört tane case'i okutuluyor" diyor.
Aras'ın bu sözleri aslında sektörün ve ülke ekonomisinin geçirdiği evrimi de çok güzel özetliyor. O yüzden bizler için anlattıkları çok değerli. Çünkü 1994'ten başlayarak 1998, 1999, 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan ekonomik krizlere tanıklık etmiş ve bugün hala aktif olarak görevinin başında olan nadir bankacılarımızdan biri.
-Teleks bankacılığından mobil bankacılık ve yapay zekalı asistanlara kadar uzanan Türk bankacılık sektörünün bugün ulaştığı noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk bankacılık sektöründe bu yıl 40. yılım. Teleks bankacılıktan mobil bankacılığa hatta yapay zekanın devreye girdiği ve yapay zeka asistanlarının konuşulmaya başlandığı bir döneme geldik. Bankacılık sektörü teknolojik olarak çok büyük bir gelişim gösterdi ve aynı zamanda çok büyük evrimler geçirdi. 1980'li yılların başında rahmetli Özal ile Türkiye'nin liberal ekonomiye açıldığı dönemden bugüne kadar bankacılık çok büyük gelişim yaşadı. Bu dönemin de büyük bir kısmı yüksek enflasyonla geçtiği için teknolojik altyapının gelişmesine katkı sağladı.
Yani bugünün Türk Lirası ile üç beş gün sonrasının Türk Lirası arasında bir değer farkı olduğu için aynı gün işlemlerin yapılmasını sağlayacak müthiş bir teknolojik alt yapı kuruldu. Batıdaki bankalara oranla bu da bizi çok daha ileri pozisyona getirdi. Teknoloji konusunda Türk bankacılık sistemi Batı'nın gerisinde değil daima önünde koştu. Bunun da örneğini 2004 ve 2006 yılları arasında gördük. Birçok yabancı banka Türkiye'ye geldi, bankaların hissedarlık yapısı değişti. Onların hiçbirinden teknik know-how Türkiye'ye akmadı, aksine Türkiye'den dışarıya aktı. Bankacılık sektörü aynı zamanda çektiği kaliteli insan kaynaklarıyla da sadece bankacılığa değil tüm finans sektörüne eleman yetiştiren, besleyen bir güç oldu.
-40 yıllık deneyiminizden çıkardığınız en büyük dersler neler?
Çok geniş bir soru aslında. Dersler anlamında daima risk yönetimine öncelik vermek gerekiyor. Bunu 40 yıl boyunca bankalar öğrendiler, eskiden risk yönetimi diye bir birim yoktu. Gerek regülatör gerek bankacılar gerek politikacılar piyasanın getirmiş olduğu krizlerle çok şey öğrendi ve risk yönetimi ilkeleri ortaya çıktı. Bankacılık risk yönetimi işidir. Bunu çok iyi yapmak gerekir. Bu konuda hiçbir taviz ve duygusal yaklaşıma yer vermemek gerekiyor. Çünkü netice itibarıyla başkalarının size emanet etmiş olduğu parayı yönetiyorsunuz. Bu ciddiyet içerisinde yapılabilmesi için temel risk yönetim ilkeleri olmalı. En basit anlatımıyla 'Ayağınızı yorganınıza göre uzatın' prensibini uygulamak gerekiyor. Sermayenizin gücü kadar iş yapın, sermayenizi aşan aşırı borçlanmaya gitmeyin. Çünkü bütün krizlerin altında yatan ana neden aşırı borçlanmadır. Ülkeler için de böyle şirketler için de böyle aileler için de böyle. Bu da kredi riskinin yönetilmesi anlamına gelir. Bir de asıl işinizden para kazanmaya çalışın. Spekülatif pozisyonlardan para kazanmaya çalışmayın.
-Geriye dönüp baktığınızda sizi en çok gururlandıran başarınız nedir?
Biz bu bankayı sıfırdan kurduk, bankanın ilk kurulduğu günden beri içerisindeyim. 19 yıl kurucu, müteşebbis Sayın Özyeğin ile çalıştım. Sonra hissedar değişikliği oldu, ben bankada kaldım. Hüsnü Bey hisselerini devredip ayrıldı. Sonra 10 yıl kadar yabancı ortağımız National of Greece ile çalıştık. Arkasından onlar bankayı sattı. Yaklaşık dokuz yıldır da Katarlılar ile çalışıyoruz. Dolayısıyla hissedar değişikliklerine rağmen özellikle Hüsnü Bey ile olan dönemden sonra ana hissedarların beni bankanın başında tutması ve o günden bugüne başarılı bir şekilde bankayı taşımak önemli.
-Peki, en büyük pişmanlığınız?
Pişmanlık lafını hiç sevmiyorum. 'Keşke demeyin' diyorum insanlara. Daima ileriye bakın. Pişmanlık yerine belki hata diye bakabiliriz. En önemli hatalarımdan biri ise banka kurulurken bankadan hisse almadım. O zaman çok gençtim tabii, şimdi 'Keşke alsaydım' diyorum.
-Günümüz konjonktüründe bankacılık sektörü açısından gördüğünüz riskler var mı?
Elbette var. Her dönem bankacılık sektörü çok büyük bir evrim ve değişiklik geçirdi. Bu dönemde de yepyeni bir dalga ile karşı karşıyayız. Büyük bir dalga geliyor. O da yapay zeka ve yapay zekanın her iş alanına, bankacılığa olan etkisi. Daha şu anda emekleme döneminde, yeni doğmuş bir bebek gibi düşünün. Daha 18 aylık falan diyebiliriz. Şu anda yaptıklarına baktığımızda 18 aylık bebek, 18 yaşına gelince ne olacak? Bunu çok iyi değerlendirmemiz lazım. Hayatımızı çok değiştirecek. Bunu hep birlikte görüp yaşayacağız. Bu sadece bankacılık sektörü için değil tüm sektörler için geçerli bir konu ama bankacılık da oldukça emek yoğun bir sektör. İnsanlara dokunan bir sektör olduğu için kendini pozisyonlaması lazım. Bunu en iyi şekilde yönetmeye çalışacağız.
Benim önerdiğim ana temel regülasyon var. O da yapay zekanın kendisini deklare etmesi lazım. Ne demek istiyorum? Diyelim, siz bankayı aradınız. Telefonda yapay zeka sizinle konuşuyor. Bunu mutlaka müşteriye söylemesi lazım. Kandırma olmaması lazım. Bu çok derin bir konu. Bugün gençler de Chatgpt kullanarak ödevlerini yapıyorlar. Yapsınlar itirazım yok ama oraya yazsınlar. Yazmadan kullandığı zaman iş bambaşka bir boyuta gidiyor. Yapay zekanın deklarasyonu, bu çok çok önemli. Bunu deklare etmeden yapay zekayı kullanmanın çok büyük cezası olması lazım.
-QNB Finansbank olarak geleceğin bankacılığına nasıl hazırlanıyorsunuz?
Bundan 12 yıl önce başlattığımız dijital bankamız Enpara var. Lisans aldı, ayrı bir banka olarak devam etmesi üzerine çalışmalarımız sürüyor. Enpara bankanın kendi mutfağından çıkmış bir hizmet. Bütün bankalar aslında dijitalleşiyor ancak geleceğe hazırlanmanın en birinci yolu, bu işleri bilen elemanlar ile çalışmak. Bunu her zaman söylüyorum: 'Risklere karşı kendinizi korumak istiyorsanız, ne olursa olsun çalışan kalitenizi yüksek tutacaksınız' Bunca yıllık deneyimimden iyi bir takım kurmanın ne kadar önemli olduğunu öğrendim. İyi bir takım kurup o takımı iyi motive edeceksiniz. Çalışanlar ile güvene ve sevgiye dayalı bir ilişkiniz olacak. Biz de bu şekilde geleceğe hazırlanıyoruz. Çünkü işin teknoloji tarafı değil, işin insan tarafı bizim için önemli.
-Zaten, kitabınızda da 'Şefkatli Yönetim' ile bunun öneminden bahsediyorsunuz. Nedir şefkatli yönetim?
İsim babası olduğumu söyleyebilirim. Çünkü yönetim tarzları hep hedeflere yönelik. 'Şu kadar satış yapacağız. Şu kredi kartı veya krediyi pazarlayacağız. Hedefimiz neydi? Neleri tutturamadık?' diye klasik hedeflere yönelik bir yönetim tarzı var. Yıllarca bütün şirketler uyguladı, biz de uyguladık. Fakat pandemi ile beraber en önemli önceliğimizin çalışanımızın olması gerektiğini öğrendik. Çünkü çalışanımıza sahip çıkamazsak, onları kaybedersek ortada hiçbir şey kalmaz.
-Bu konuda bir anekdotunuz var mı?
Kahramanmaraş depremlerinin yaşandığı 11 ilde, 50 şubemiz ve yaklaşık bin kadar çalışanımız vardı. Deprem sonucu maalesef üç kişiyi kaybettik, göçük altında kaldılar. Ama deprem sonrası bütün çalışanlarımızın yanında olmaya gayret ettik. 750 kişiye kadar otellerde barındırdık. Sadece bankamızın çalışanları değil, aileleri de var işin içinde. Hatta aynı bölgede olan daha evvel bizim bankamızda çalışmış ama ayrılmış olan kişileri de arayıp onlara yardım yolladık. Bunları yaptığınız zaman çalışanınız ile aranızdaki ilişki, bir işveren-çalışan ilişkisinden ziyade aile ilişkisine dönüyor. Sevgi, saygı ve güvene dayalı bir ilişki oluyor. Bu da bizim için çok değerli. Aidiyet duygusu artıyor. Şu anda birçok çalışanımıza sorun: Başka banka iş teklif etsin, 'Buradan ayrılmam' der. Çünkü biz yanındayız. Başı sıkıştığı zaman bankasının ya- nında olacağından emin.
-QNB Finansbank aynı zamanda cinsiyet eşitliğine önem veren bankalardan birisi. Bunda kuşkusuz sizin vizyonunuzun da etkisi büyük. Sizce kadın çalışanları, erkek çalışanlardan ayıran özellikler neler?
Bankamızın kredilerini uzun yıllar kadınlar yönetti, hala da kadınlar yönetiyor. Risk yönetimi daima kadınların yönettiği bir bölüm oldu. İnsan kaynaklarında çok daha fazla kadın çalışanımız var. Kadınların çok fazla işi aynı anda yapabilme nitelikleri var. Çok daha dikkatli, detaycı ve sabırlılar. Mesela pazarlama ve satış konusunda belki erkekler daha atak olabiliyor. Fakat biz hiçbir zaman buna bakmadık. Tek baktığımız şey liyakat oldu.
-İyi bir CEO nasıl olmalıdır sizce?
Liderliğin de hangi konuda olduğuna bağlı olarak değişir. Tıpta bir doktor veya cerrah konusunu çok iyi bilmek zorunda. Beyin cerrahı ise sadece o konu üzerinde uzmanlaşmıştır. Ama bir banka CEO'su pazarlamadan teknolojiye ve kredilere kadar çok birçok alana hakim olmak zorunda olduğu için çok daha fazla konuyu derinlemesine bilmese bile bilgi sahibi olması gerekiyor. Bu biraz sektör ve spesifik bir konu. İyi bir liderin birinci özelliği bulunduğu kurumun önüne geçmemesi lazım. 'Ben bir numarayım, kurum arkada' değil, 'Kurum önde, lider ikinci planda olmalı.' Yani egosu yüksek olmayacak. Ben buna 'Kültür yaratan lider' diyorum. Bunun için de etrafındakileri dinlemeli. Çünkü liderlikte dinlememe hastalığı oluşuyor. Dinleyip ona göre karar alıp aksiyona geçmesi gerekiyor.
-Genç meslektaşlarına kariyerlerinde başarılı olmaları için tavsiyeleriniz neler?
Sadece bankacılık değil bütün meslekler için söylenecek tek şey: Çok çalışmak gerekiyor. Çalışmadan hiçbir şey olmuyor. İkincisi kendinizi çok iyi bir şekilde tanımalısınız. Kuvvetli ve zayıf yanlarınızı belirleyin. Ona göre bir işin peşinde koşmalısınız. İçe kapalı bir karakteriniz varsa veya kendi kendinize çalışmaktan hoşlanıyorsanız, gidip bir satış işinde 'Ben niye burada başarılı olamıyorum' dememeniz lazım. İş seçiminde, karakterinize ve yetkinliklerinize uygun bir seçim çok önemli.
-İş hayatına öğretim görevlisi olarak başladıktan sonra bir tesadüf sonucu banka yöneticisi oldunuz. Şimdiki aklınız olsaydı yine bankacılık mesleğini seçer miydiniz?
Bankacılığı çok severek yaptım. Her ne kadar toplumda bankacılar biraz olumlu algılanmıyorlarsa da yapılan mesleğin çok saygın ve değerli olduğunu düşünüyorum. Bugün tekrar iş hayatına girmiş olsam, filmi geri alsanız yine akademisyenliği bırakıp bankacı olmayı tercih ederdim. Çünkü iyi bir akademisyen olmak kolay değil. İyi bir bankacı olmak da kolay değil ama sanki iyi bankacı oldum gibime geliyor.
QNB'nin Türkiye'ye güveni tam
QNB, 2016 yılında bankanın hisselerini satın alarak ana hissedarı oldu. O günden bugüne çok ciddi hareketler oldu. Hatta şöyle söyleyeyim. 15 Haziran'da bankanın hisseleri el değiştirdi, 15 Temmuz'da darbe girişimini yaşadık. Yani QNB hisseleri aldıktan bir ay sonra Türkiye'de ciddi bir sarsıntı yaşandı. Fakat geçtiğimiz sekiz sene içerisinde hissedar ile yönetim arasındaki ilişkiler son derece iyi gelişti. Onların yönetime olan güveni tam. Bugüne kadar devam etti, yönetimde ciddi bir değişikliğe gitmediler. Tabii ki Türkiye'den beklentileri; daha istikrarlı ve daha iyi ekonomik gelişmelerdi ama gelişmekte olan ülkelerde bu tip oynaklıklar yaşanabiliyor. Ama şu an itibarıyla sermayedarımızın Türkiye'deki yatırımına bakış açısı son derece olumlu. İleriye dönük daha da iyi olacağını düşünüyorlar.
Tenis ve sanat en büyük hobilerim
İki tane ana hobim var: Spor ve sanat. Spor ile ilgili eskiden yelkenle ilgileniyordum ama son dönemlerde daha çok tenisle ilgileniyorum. Tenisin hayatımda önemli bir yeri var. Bu belki de 50-60 yaş sonrası en düzenli spor yaptığım dönem oldu. İnsanın gerek zihnini gerek bedenini daha dinç tutması adına hareket etmesi gerekiyor. Sanat tarafında kendim bilfiil sanatla uğraşma fırsatım olmuyor. Gençliğimde çok resim yaptım fakat şu anda yurt içinde ve yurt dışında müzeleri ve sergileri gezmeyi seviyorum. Bankamız da sanata çok değer veriyor. Birçok sergiye desteğimiz sürüyor. Çünkü sanatın yaratıcılık boyutunun önemli olduğunu düşünüyorum. Bugün ileriye yönelik yönetimde de yaratıcılığın ön plana çıkacağına inanıyorum. Sanatla ilgilenen insanlar daha yaratıcı oluyor.