Yatırım Elçisi…
Ayfer Arslan / INBUSINESS
Son aylarda bankacılık sektöründen kiminle konuşsak yabancı sermayenin artan ilgisinden bahsediyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından uygulanan sıkı para politikası ve enflasyonla mücadelede güçlü duruş, yatırımcıların Türkiye ekonomisine olan güvenine de yansıyor. Türkiye'nin kredi risk primi (CDS) oranlarının gerilemesi, son olarak rating kuruluşu Fitch'in kredi notunu yükseltmesi de aslında, hep bu umutlu bekleyişin işaretleri…
Tabii bu umutlu bekleyişin yanı sıra 'elini bizzat taşın altına koyup' yabancı sermaye girişi için yurt dışında road-show'lara katılıp yoğun mesai harcayan bankalar da var. Türkiye'de 2025'de 50. yılını kutlamaya hazırlanan Citibank da bunlardan biri. Citibank Türkiye Genel Müdürü Emre Karter'e göre, Citibank hem global ve bölgesel oyuncu olmayı hedefleyen Türk şirketlerinin hem de globalden Türkiye'ye gelmek isteyen şirketlerin ilk adresi konumunda.
Bankacılık sektöründe 200 yılı aşkın deneyimiyle altı kıtada, 100'den fazla ülkede faaliyet gösteren Citi Grubu için Türkiye'nin ayrı bir önemi var. Orta Asya ve Kafkaslar için bölgesel merkez konumunda olan Türkiye ofisi aracılığıyla sekiz ülkenin faaliyetleri yürütülüyor. Dolayısıyla Karter de görevi gereği yoğun bir seyahat temposu içerisinde. Yaklaşık üç hafta içerisinde önce Özbekistan'a müşteri ziyaretine giden, ardından yabancı yatırımcılar ile görüşmek için Hollanda'ya geçen Karter ile Amsterdam dönüşü bir araya geldik.
Gece 02.00'de İstanbul'a dönmesine rağmen yorgunluk ve uykusuzluktan hiç şikayet etmeden, neredeyse 'ayağının tozuyla' bizi karşılayan Karter ile hem bankacılık sektörü, Türkiye ekonomisi ve yabancı sermayeye ilişkin beklentilerini hem de Citibank özelinde hedeflerini konuştuk. Hollanda'nın ardından İsviçre ve Almanya'da road-show'a hazırlanan Karter, aynı zamanda Türk bankacılık sektörü ve ekonominin geleceğine ilişkin de oldukça olumlu mesajlar verdi.
-2023 ve 2024 özelinde baktığımızda Türk bankacılık sektörünün performansı nasıl?
2023 Türk bankacılık sektörüne baktığımızda sermaye yeterlilik rasyolarının yaklaşık yüzde 18 ila 19'larda olduğunu görüyoruz. Bu da sektörün sağlamlığına işarettir. Öngörülemeyen şokları alma kapasitesine işarettir. Sonuçta; son 30 yılını değişik şokları yönetmekle çok mahirleşmiş, insan kalitesi çok yüksek, kazandığı paranın çoğunu alt yapısına, teknolojisine, özellikle inovasyon konusunda harcamış, biriktirmiş, yatırımını yapmış, dünya bankacılık sektörü ölçeğinde baktığınız zaman çok öncü bir sektörden bahsediyoruz. Ayrıca; dünyaya yetenek ihraç eden, kriz yönetimi konusunda çok tecrübeli, değişikliğe kolay adapte olabilen bir sektörümüz var.
Global belirsizliklerin hakim olduğu bir dünyada açıkçası son 30 yıla baktığınız zaman birçok değişiklik oldu ama bu sektörün sağlamlığı ile alakalı kafalarda soru işareti oluşturacak hiçbir şey olmadı. Bu da tecrübe ve birikimin çok iyi yansıdığını gösteriyor. Geçen yılın ve bu senenin özelinde de bankacılık sektörünün likiditesinin çok güçlü olduğunu görüyoruz, özellikle döviz likiditesinin. Kredi alacak kalitesi kompozisyonunda son 10 yıldaki en düşük takipteki alacak oranlarındayız. Oradaki yapının da çok güçlü bir şekilde seyrettiğini düşünüyorum. Türkiye'nin bundan sonraki dönemlerde büyümesi için çok hazırlıklı ve dinamiklerini iyi ayarlamış bir bankacılık sektörü var karşımızda.
-Türkiye'nin CDS (risk primi) oranlarındaki düşüş, bankacılık sektörüne nasıl yansıyor?
Sektörümüz senede iki defa sendikasyonla yoğun bir şekilde borçlanır. Geçen senenin ikinci yarısındaki borçlanmalar hep yüzde 100'lerin üzerinde gerçekleşti, hatta bazı durumlarda yüzde 150'lere ulaştı. Nisan ayından itibaren sendikasyon sezonu yeniden başlıyor. Özellikle maliyetlerin daha rasyonel olacağı bir döneme giriyoruz. Borçlanma maliyetleri uygun ve giderek aydan aya düzeliyor. Türkiye'nin CDS oranlarındaki çok kuvvetli bir düzelmeyle beraber tahvil piyasasının açıkçası kuvvetli gittiğini görüyoruz. Tahvil piyasası oldukça canlı. Banka olarak bütün ihraçlarda varız. Birçoğunda uzun zamandan sonra Türkiye'nin ihraççılarının borçlandığını gördük.
-Citibank'ın Türk bankacılık sektöründeki konumu nedir? Öncelikleriniz neler?
Bizim iş modelimizin çok ciddi bir şekilde yabancı yatırımdan direkt olumlu anlamda etkilendiğini, yabancı yatırımda anahtar rol oynadığımızı düşünüyorum. Bu konuda bazı önceliklerimiz var. En önemlisi; global ağımızı Türkiye'deki müşterilerimizle ve globaldeki müşterilerimizi de Türkiye pazarı ile buluşturma konusunda çarpan etkisiyle fayda sağlayacağımızı düşünüyorum. Sonuçta; Citi Grubu dünyanın 100'e yakın ülkesinde bankacılık lisansına sahip. 160'a yakın ülkede iş yapıyor. Citibank Türkiye, bütün Orta Asya ve Kafkaslar için bölgesel merkez konumunda. Sekiz ülkedeki faaliyetlerimizi İstanbul'dan götürüyoruz. 5 bine yakın çok uluslu şirketle çalışıyoruz. Citi kanalları üzerinden günde yaklaşık 4 trilyon dolar civarında para hareketine aracılık ediyoruz.
Bu anlamda Citi çok özel bir yere sahip. Günde 4 trilyon dolarlık rakam, Almanya'nın yıllık gayri safi milli hasılasına eşit. Global ve bölgesel oyuncu olmayı hedefleyen Türk şirketlerinin, gittikleri ülkede servis sağlayıcı banka olarak hemen hemen ilk adresiyiz. Aynı şekilde globalden Türkiye'ye gelmek isteyen şirketlerin de ilk adresiyiz. Yine uluslararası yatırımcıların en büyük başat saklamacı bankasıyız. Özellikle hem borsa hem bono piyasasında tuttukları Türk varlıklarının saklamasını yapıyoruz. Dolayısıyla Türkiye'ye giren hem portföy hem doğrudan yatırımcıdan direkt beslenen bir bankayız. Türkiye'deki diğer önemli paydaşlarımız olsun, Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi olsun çok ciddi yakın çalışmalar içerisindeyiz.
-Son dönemde yabancı yatırımcı ilgisinde nasıl bir değişim gözlemliyorsunuz?
Türkiye'ye artan bir ilgi olduğunu görüyoruz. Senenin değişik zamanlarında, Türkiye'deki yetkililer ile beraber road-show'lara çıkıyoruz. Orada yabancı ilgisini birebir gözlemleyebiliyoruz. Daha önceki dönemlerden farklı olarak pandemi sonrası çok uluslu firmaların, tedarik zincirlerinin bozulması ve Uzak Doğu'ya olan bağımlılığın azaltılması gibi nedenlerden dolayı Türkiye'ye ilgisi artmıştı. Çünkü lojistik açıdan konumumuz, alt yapı, içinde bulunduğumuz saat dilimi ve eğitimli insan gücümüzün Türkiye için çok büyük şans olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki 5 ila 10 yılda normalin çok üzerinde doğrudan sermaye çekebileceğini düşünüyoruz. Son olarak Hollanda'da yatırımcı görüşmelerimiz oldu.
-Peki, Hollanda'daki görüşmeleriniz sonrası aldığınız izlenimler neler? Başka road-show'lar olacak mı?
Hollanda, yıllardır Türkiye'nin en büyük doğrudan yatırımcı ülkesi. Tamamı Hollanda sermayesi olmayabilir. Özellikle Hollanda, ABD şirketlerinin de bu bölge yatırımlarında kullandığı bölgesel bir merkez. Karar alıcılarının konuşlandığı bir yer. Oradaydık, uluslararası firmaların yöneticileriyle bir araya gelip görüştük. Çok artan oranda Türkiye'ye ilgi var. Pandemiden beri bu road-show'ları yapamıyorduk. İnanılmaz bir talep geldi. Hollanda ile başladık, şimdi İsviçre ve Almanya ile devam edeceğiz.
Yatırımcılar, Türkiye'de değişen ekonomik ve rating artışı ile gelen ortamın çok farkında. Sürdürülebilirlik ve enerji ile ilgili teşvik mekanizmalarını anlamaya çalışıyorlar. Yelpazeye baktığınız zaman birçok sektöre ilgi var. Önümüzdeki dönemde IMF toplantıları ile beraber yine yabancı yatırımcılar ile yetkililerimizi buluşturacak bir toplantımız olacak. New York'a gideceğim. Mayıs ve eylül aylarında yine New York'a seyahatimiz olacak. Aynısını geçtiğimiz ekim ayında Sayın Bakanımız Mehmet Şimşek ile beraber yaptık. Her seansta yaklaşık 20 yatırımcı olmak üzere çok yoğun bir ilgiyle karşılaştık.
-Sizce Türkiye ne kadarlık bir yabancı yatırımı çekebilecek potansiyele sahip?
Rakam vermek çok doğru olmaz ama yerel seçimler sonrasında öngörülebilirlik çerçevesinde ülkemize doğrudan yatırımların artacağını düşünüyoruz. Çok uluslu bir firmanın kapasite artırımı söz konusu olduğu zaman birkaç ülke rekabet ediyor. Bizim şu an rekabet ettiğimiz ülkeler; Romanya, Macaristan, Polonya, hatta Meksika. Ancak Türkiye olarak çok ciddi şekilde rekabet avantajı yaratacağımızı düşünüyorum.
-Önümüzdeki dönemde hangi sektörlerde büyüme fırsatları görüyorsunuz?
Sektörden çok Türkiye'nin dünyada rekabet edeceği her türlü sektörün destekçisi olmakta kararlıyız. İhracat ve Türkiye'ye yapılacak yatırımlar çok büyük ağırlığımız. Dış ticaret içerisinde ABD'ye olan ihracatımızın artırılması bizim için çok önemli. İhracat pazarı olarak Amerika eskiden ilk 10'lara bile zor girerken, şimdi çok net ikinciliğe oturdu. Ayrıca tedarikçi finansmanı bir diğer odak noktamız. Tarihsel olarak Türkiye'deki tedarikçi zinciri finansmanını ilk yapan bankalardan biriyiz.
Covid sonrası çok uluslu firmaların Türkiye'deki tedarikçilerinin sadece Türkiye'deki fabrikalarına değil, dünyadaki diğer bütün fabrikalara artan oranda mal verdiğini gözlemledik. Yani Gaziantepli, Kayserili bir tedarikçi, çok uluslu bir firmanın Gebze'deki fabrikasına mal verirken, diğer yandan dünyadaki 10 fabrikasına daha mal gönderiyor. Burada EBRD ile oturduk, özellikle 'sürdürülebilirlik ilkeleri çerçevesinde bir tedarikçi zinciri finansmanı modeli nasıl oluşturabiliriz? Türkiye'nin ihracatını artan oranda çarpan etkisiyle nasıl destekleriz?' diye çalıştık. Sadece finansman değil, hibe modeli aslında. Sürdürülebilirlik kriterlerini yerine getiren firmalar 1 milyon euroluk hibeden yararlanabiliyor.
Ayrıca hem dijital dönüşüm hem yeşil dönüşüm ile alakalı şirketlerimizin ajandalarına hizmet edecek şekilde çalışmalarımız sürüyor. Çünkü bu dönüşümü düzgün yönetemeyecek olan şirketler, açıkçası uluslararası rekabeti, uzun dönemli baktığımız zaman sağlayamayacaklar. O anlamda da Citibank olarak hem bilgimizi hem sermaye gücümüzü ve bilanço gücümüzü Türkiye'ye aktararak sektörde bir fark yarattığımızı düşünüyorum.
-Fintek'ler eskiden bankalar için bir tehdit olarak algılanırdı, şimdi ise iş birliği yapan çok sayıda banka görüyoruz. Citibank'ın bu konudaki yaklaşımı nedir?
5-10 yıl evvel konuşulduğu zaman 'Fintekler gelecek, bankaları yerlerinden edecekler' gibi söylemler vardı. Ancak son yıllardaki gelişimlerine baktığımızda hepsinin banka iş birlikleri ile büyüdüğünü görüyoruz. Sonuçta; bankaların iyi bildiği işler var, fintek'lerin iyi bildiği işler var. Her iki tarafın da kuvvetli taraflarını bir araya getirecek çözümlere odaklanmak gerekiyor. Çünkü bankaların yıllardır biriktirdiği bir müşteri tabanı var. Ayrıca o müşterileri çok iyi tanımalarının getirdiği bir ihtiyaç bütünlüğü söz konusu. Öbür tarafta ise çok hızlı hareket edebilen, çevik aynı zamanda teknoloji konusunda çok akıllı fintek'ler var. Citibank olarak bizim de iş birliklerimiz var. Bu iş birlikleri sayesinde Türkiye'de operasyonel olarak veremediğimiz hizmetleri verebilir hale geldik.
Türkiye'nin ağırlığı artacak
Sene sonuna kadar birkaç kez olmak üzere toplamda hem Fed'in hem ECB'nin haziran ayından başlamak üzere 125 baz puan indirebileceğini öngörüyoruz. Bir merkez bankası neden faiz indirimine gider? Öncelikle büyümeyi hedeflediği bir döneme girdiğine işaret eder. Bunu da başat ihracat pazarımız Avrupa olmasından dolayı Türkiye açısından çok iyi bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Aynı şekilde ABD de ihracatta önemli bir pazarımız. Faiz indirimlerinin Türkiye'nin ihracat pazarlarına artı etkisi olacağını düşünüyoruz. Faiz indiriminin başlaması, bizim gibi gelişmekte olan piyasalara likidite bolluğu ile beraber daha çok sermaye yatırımının olacağı bir dönemi işaret eder. Açıkçası içinde bulunduğumuz kovada, Türkiye'nin şu andaki ağırlığının artacağını öngörüyoruz. Türkiye'nin hedeflerine ulaşmasında uygun bir ortam yaratacağını düşünüyorum.